Paylaş
Gençlik hayallerinde ise astsubay olup, bir öğretmenle evlenip huzurlu, mutlu bir yuva kurmak varmış. Ama kader onu bambaşka bir mecraya, oyunculuğa ve ekranlara atmış. İyi ki de öyle yapmış. Şunun şurasında gördüğümüzde içimizi ısıtan, yüzümüze keyifli bir gülümseme yayılmasına neden olan kaç kişi var ki? İlker Ayrık, müthiş pozitif enerjisi, neşesi ve yeteneğiyle bunların en başında gelen isimlerden. Şu sıralar 13 Kasım’da Kanal D’de başlayacak yeni yarışması “İlker Ayrık’la 1-0”ın hazırlıkları için koşuşturuyor. Ben şimdiden uyarayım, bu yarışma da bağımlılık yapabilir...
* Maşallah “tek kişilik dev kadro” gibisin. Bu başarılı, enerjik ve matrak halin genetik mi?
- O kadarını bilemem ama eğer aileme çektiysem ne mutlu bana... Anne tarafım muhacir. 1958’de, ellerinde ne var ne yok satıp Makedonya’dan Edirnekapı’ya gelmişler. Dört dayımın hepsi de sanattan nasibini almış adamlardı. Biri heykeltıraşlıkla uğraşmış, diğeri memleketinde aktörmüş, öbürü tiyatro yapmış, dördüncüsü ise halk danslarıyla haşır neşirdi. Türkiye’ye gelince maddi şartlardan dolayı bunları bir yana bırakıp, sanatı rafa kaldırmışlar. Otellerde tercümanlık, fabrikalarda işçilik falan yapmaya başlamışlar.
* Melodrama bağlayacaksan mendilimi hazırlayayım...
- Hayır be abi, öyle acıların çocuğu gibi bir hikayem yok. Komik bir aileyiz aslında. Babamın babasına “Arnavut Vehbi” derlermiş ama aslen Makedonuz (gülüyor). Annemle babam, ilk kez dayımla yengemin düğününde karşılaşmışlar. Peder Bey Valide Hanım’ı görünce “İlle de Mukaddes” diye tutturmuş, sonunda da muradına ermiş. Mutlu, kendi halimizde bir hayatımız vardı. Fakat maalesef ben 9 yaşındayken babamı kaybettik.
* Küçücük yaşta evin erkeği olmak zorunda mı kaldın?
- Benden 8 yaş büyük bir abim var. Evin erkeği ben değil, o oldu.
* O yaşta babanı kaybetmek sende bir travmaya sebep oldu mu peki?
- Bu sadece bize mahsus bir durum değil, bütün ailelerde böyle kayıplar yaşanıyor sonuçta. Babamdan kalan boşluğu doldurmak için hepimiz elimizi taşın altına koymak zorunda kaldık. Annem terzilik ve çocuk bakıcılığı yapıyordu. Ablam, abim ve ben de cuma günü okulun son ders zili çalar çalmaz hemen bir Süpermen kabini bulup, okul üniformalarını çıkararak işe koyulurduk.
KARİYERİME İLKOKULDA KOLTUK TAMİRCİLİĞİ YAPARAK BAŞLADIM
* Ne işlerle meşguldü o yıllarda Süper İlker?
- Kariyerime ilkokulda koltuk tamirciliği yaparak başladım. Bugün bile akrabalarla bir araya gelince “Bizim koltukları hâlâ değiştirmedin” diye espri yaparlar (gülüyor). Ardından da iki yıl ayakkabı levazımatçısı, iki sene de garson olarak çalıştım. Anlayacağın elimden her iş gelir. Dedem çok yetenekli bir adammış, galiba ona çekmişim. Ayrıca marangozlukta ve akşamları tek başınayken müzisyenlikte de iyiyimdir.
* Cevat Kelle misali “Ne iş olsa yaparım” diyorsun yani...
- Aynen abi, hiç gocunmam. Balıkesir’de, herkesin birbiriyle yardımlaştığı, bütün çocukların komşu evlerde karınlarını doyurabildiği bir ortamdan geliyorum. Kelimenin tam anlamıyla tipik bir 80’ler, 90’lar mahallesi...
KOMŞUNUN KÖMÜRÜNÜ ELBİRLİĞİYLE TAŞIRDIK
* Perihan Abla da sizin mahallede mi oturuyordu?
- (Gülüyor) İmece bizim işimizdi. Komşunun kömürünü bile elbirliğiyle taşırdık. Sıkıyorsa taşıma! Öyle kimseye artistlik falan yapamazdık zira mahalledeki teyzeler “Sen Mukaddes’in oğlu değil misin?” deyip s..ardı ağzımıza (gülüyor).
* Ne yani teyzelerin korkusundan kuzu kuzu kapı önünde oturarak mı geçti çocukluğun?
- Sence bende o göz var mı (gülüyor)? Mahalle bakkalımız Fatma Teyze’nin kapısının önü toplanma noktamızdı. Çekirdek çitleme, voleybol, yakartop oynama, bisiklete binme ve hatta cam kırmada üzerimize yoktu.
* Bu kadar haylazlığa iyi de sopa yemişsindir sen Fatma Teyze’den...
- Yemedim ama yıllarca dayak yemişten beter bir ruh halindeydim (gülüyor). O camı kırarsam sopa yiyeceğim diye düşünürsün ya, işte o korku peşimi hiçbir zaman bırakmadı. Hatta bazen “Dayak yesem de rahatlasam” diyordum (gülüyor).
* Gelecek ile ilgili hayalleri neydi mahallenin zıpır veledi İlker’in?
- Küçük bir şehirde yaşadığımız için en garanti mesleğin astsubaylık olduğunu düşünüyordum. Üstüne de öğretmen bir kızla evlenirsem mis gibi bir hayat yaşayacağıma inanıyordum (gülüyor). Hatta askeri lise sınavlarına girip kazandım ama kapısından bile geçmedim. Lisede herkes mühendisliğin çok iyi bir meslek olduğunu söylediğinden tam olarak ne iş yaptıklarını bilmesem de endüstri mühendisi olmaya karar verdim.
ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİNİ RAFA KALDIRDIĞIM AN AYVAYI YEDİM
* Oyunculuk kariyerine “mühendismiş” gibi yaparak mı başladın?
- Bizim mahallede Hıdırellez muhteşem kutlanırdı. Tiyatrolar, küp bağlamalar, soğana ip geçirmeler, taştan ev dikmeler falan aklına gelen her türlü çılgınlık vardı. Tüm mahalle kendimizce tiyatro sahneliyorduk. Bu oyunlar esnasında kadın kılığına girmişliğim, yeni sünnet olan koca adam rolleri yapmışlığım bile var.
* Sahne tozunu Hıdırellez ateşinin üstünden atlarken yuttun anlaşılan.
- (Gülüyor) İlk kez tiyatro sahnesine çıkmam ise lisedeyken oldu. Oyun bittiği anda tiyatrocu olmaya karar verdim. Endüstri mühendisliğini sahnedeyken rafa kaldırdım ve o an ayvayı yedim işte (gülüyor).
* Ve koşa koşa konservatuvara...
- Koştum koşmasına da sınavı kazanamayınca bir güzel duvara tosladım (gülüyor).
* Mahalle tiyatrosuna devam desene...
- Yok abi, hemen gidip Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yazıldım ve orada 4 sene okudum. Yüksek lisansımı, master’ımı ve doktoramı da tek başına bir okul olan Savaş Hoca’nın (Dinçer) yanında yaptım diyebilirim. Müjdat da özel ve marjinal bir adamdır. O benim süper kahramanımdır.
EŞİMİ KAYINPEDERİMDEN MÜJDAT HOCA İSTEDİ
* Müjdat Gezen’i erken yaşta kaybettiğin babanın yerine koymuş olabilir misin?
- Olabilir tabii. Hatta eşimi kayınpederimden isteyen de yine Müjdat Hoca’ydı. Koltuğa oturdu ve ilk lafı “Bu kızı gerçekten İlker’e verecek misiniz?” oldu (gülüyor).
* Müjdat Hoca’ya rağmen almışsın kızı ama...
- Müjdat Hoca da bir şey mi? Benim eşime olan aşkım başlı başına bir “yeteneksizsiniz” hikayesi! Bir adam, bir kadına 15 sene açılamaz mı ya! Ben yapamadım işte.
* Nasıl yani anlamadım...
- Anlaşılacak gibi de değil zaten (gülüyor). Ortaokulda Sanem’e deliler gibi aşıktım ama bir türlü cesaretimi toplayıp ona söyleyemedim. Sonra hayat ikimizi farklı yerlere savurdu. İstanbul’a taşınmıştım, Kadıköy’de yaşıyordum. Bir çekim için daha önce adımımı atmadığım Nişantaşı’na gittim. Karşıdan karşıya geçerken acı bir fren sesiyle irkildim. Bir arabanın altında kalıyordum resmen.
* Arabayı kullanan Sanem’di deme bana şimdi!
- Yok okuldan arkadaşımız Bihter’di.
* “Aşk-ı Memnu” senaryosu mübarek...
- Aynen öyle, kader ağlarını örmüş işte bir kere. Bihter’i görünce hemen Sanem’i sorup İstanbul’da olduğunu öğrendim. Bir akşam ortam ayarlayalım da bir araya gelelim dedim.
* O zamanlar ünlü müydün?
- Azıcık ucundan tanınıyordum ama meşhur değildim henüz. Buluşmadan önce de Sanem’le bir yerde karşılaştık ve onu yıllar sonra tekrar görünce “Bu iş oldu” dedim içimden. Ardından iş güç yoğunluğu derken yine 4-5 ay hiç görüşemedik fakat sürekli yazıştık. Bir gün “buluşalım” diye mesaj attım. İspanyolca kursundaymış, hemen çıkıp Kadıköy’e geldi. İki arkadaş gibi saatlerce sohbet ettik.
SANEM’LE ARAMIZDA KONUŞMADAN ANLAŞTIĞIMIZ BİR DİL VAR
* Açılamadım deme bana sakın?
- Ağzımdan çıkan her kelimede ufaktan iş atıyordum ama açık açık itirafta bulunmadım. Aslında o günden beri, toplam 7 senedir beraberiz diyebilirim. 6,5 yıldır da evliyiz. Bizim aramızda konuşmadan anlaştığımız, kendimize has bir dilimiz var sanki.
* Evlilik teklifini de 43 numaralı bakışını fırlatarak yapmadın herhalde...
- Savaş Hoca’nın vefat yıldönümünde içimden hiçbir yere gitmek gelmiyordu. Sanem’e “Bugün rahmetli hocamın ölüm yıldönümü. Rakı içmem gerekiyor, bana eşlik eder misin?” dedim, “olur” dedi. Bizim oraların müziklerini dinlemeye karar verdik ve Suzan Kardeş’in sahne aldığı bir mekana gittik. Bütün gece evlilikten bahsettik. Sanem dans ederken ben de “Ulan gece boyunca evlilikten konuştuk da acaba kıza evlenme teklif ettim mi?” diye düşünüyordum. Dayanamayıp sorunca “Hayır, etmedin” dedi. Ben de “Hee tamam” dedim.
* Romantizm senin için sadece bir edebiyat akımından ibaretmiş anlaşılan...
- Aynen abi. “Ya benimle evlenir misin?” dedim, Sanem de “olur” dedi. Benim eşim su damlası gibi çok zarif bir kadındır, bir yere gidince nereye oturacağımıza dakikalarca karar veremez. Bir anda “evet” deyince kıllandım. Bu sefer de nikah tarihini taktım kafaya... Bir ara mı, bu yaz mı, seneye mi derken, dönüp “Ne zaman evlenelim?” diye sordum. “İstediğin zaman” diye cevap verdi. 1 Nisan’da karar verdik, 26 Temmuz’da evlendik. Evlenmemiz 2,5 aylık bir paket program yani (gülüyor).
* Bu “uzatmalı” aşkın bir de meyvesi var...
- Çok şükür! 2,5 yaşında Ferit adında bir oğlumuz var. Rahat bir babayım. Millet kendi hayatında beceremediği şeyleri çocuğuna yüklüyor. Piyano, keman çalacak, şunu öğrenecek falan filan... Hepimiz bir aileye doğduk, onlar ne yediler ve içtilerse biz de onları yedik. Ahlakları neyse onu aldık. Bizim de çocuğumuz, ana baba olarak biz ne kadarsak onu alacak.
* Ben böyle bir rahatlık görmedim arkadaş...
- Rahatız biz dedim ya. Ders falan da aldırmıyoruz. Bizim çocuk doğdu, 2,5 ay sonra okullardan kayıt için mail’ler yağmaya başladı. Eğitim kelimenin tam anlamıyla bir pazar haline gelmiş, okullar da hayat gibi hormonlu.
* O hormonlu hayata bulaşmamak için mi köşe bucak magazin kameralarından kaçıyorsunuz?
- Saklanmıyoruz ki, sadece denk gelmiyor. Seneler sonra kavuştuğum karımı kameralardan kıskanmak gibi bir manyaklığım da yok. Benim hayatım, yaşadıklarım, yaptıklarım belli. Gösterecek bir şeyim yok. Sıradan bir aileyiz. Sen hiç “Demirci ustası eşiyle bilmem nerede görüldü” diye bir haber okudun mu? Bize neden aynı mantıkla yaklaşılmıyor, anlamış değilim.
* E ünlüsün abi, demirci ustasından “ufak” bir farkın var...
- Biz çok sıkıcı yaşayan tipleriz ya (gülüyor). Akşam sohbet eder, televizyon izler, Ferit’le oynarız. Sanem saatlerce o gün ne yaptığını anlatır, bana “Günün nasıl geçti?” diye sorduğunda da “İyiiiii” derim. Klasik bir aileyiz yani (gülüyor).
KALBİNDEN GEÇEN YEMEĞİ SÖYLE PİŞİREYİM SEN DE YERKEN AĞLA
* Sende hafiften bir hödüklük var galiba...
- Abi mutlaka vardır ama Sanem o kadar zarif bir kadın ki hiç bana böyle bir şey söylemedi. Ama şimdi anlatınca ne kadar sıkıcı bir adam olduğumu fark ettim (kahkahalar)... Eve gidip bir şekil yapmam lazım hemen. Ama bak çok iyi yemek yaparım, şu an aklına ilk gelen yemeği söyle! Ben pişireyim sen de yerken ağla! Yemek yapmayı çok sevdiğim için elimin lezzeti de geçiyor.
* 15 yıl aşkımı ilan edemem ama çok pis hamur açarım diyorsun yani...
- Bilinenin aksine bence “kadının” kalbine giden yol da midesinden geçer (gülüyor). Sanem’le terasında şömine olan küçük bir evimiz vardı. Bir keresinde Kadıköy’den gidip Boşnak fasulyesi aldım. Güveçte 6 saatte yavaş yavaş pişirdim o fasulyeleri. Parmaklarımızı yedik valla (gülüyor). Yemek yemeyi, yapmayı ve ikram etmeyi çok seviyorum.
* Sence sen neyi bilmiyorsun da eşin biliyor?
- Epik bir filmin destansı bir sahnesi gibi basamakları yükselip mızrağı kalbime sapladın (kahkahalar)...
* Cevap veremedi diye geçsin kayıtlara...
- Kabul et ama çok şahane kaçamak bir cevap verdim (gülüyor). İşe odaklandığım ve deli gibi çalıştığım için ev nasıl dönüyor onu ben bilmiyorum, eşim biliyor.
EN BÜYÜK İSTEĞİM TİYATRO SALONU SAHİBİ OLMAK
* Acun Ilıcalı gibi yarışma formatlarından geliyorsun. Var mı senin de büyük hedeflerin?
- Benim televizyon satın almak gibi bir hayalim yok. En büyük isteğim tiyatro salonu sahibi olmak. 10-15 yıldır bunun için çalışıyorum. Şevket Abi (Çoruh) geçenlerde bir yer aldı, ona yardım ediyoruz. Ben de gelenlerin rahat edeceği, keyif alacağı, anlatılan fikrin içine kolayca dahil olacağı bir tiyatro salonuna sahip olmanın peşindeyim.
* Seni transfer etmek için çılgın tekliflerde bulunanlar var mı?
- Benimle çalışmak istediğini söyleyenler var ama bunları temenni olarak değerlendiriyorum. Sadece bir kere ciddi teklif aldım ama daha çok istek bazında söylemler duyuyorum (gülüyor).
DEMET AKALIN O ARABAYI BAĞIŞLAMAK ZORUNDA DEĞİLDİ
* “Ben Bilmem Eşim Bilir”de Demet Akalın kazandığı arabayı bağışlamayınca sosyal medyada kıyametler kopmuştu...
- Bu bir yarışma ve ödülü var. Okan (Kurt) ve Demet (Akalın) hakkıyla kazandı o aracı. Teknik olarak kazanılan ödülü bağışlamak diye bir kural mı var? Demet’in çok üstüne gittiler. Bunun dışında kim bilir ne iyilikler yapıyor. Bunları söylemek ayıptır.
* Eskiden yaptığı sevap ve yardım, insanın özelinde kalırdı. Şimdi ise hepsi Instagram’da maşallah...
- Aynen abi. Ben fakir bir öğrenci olduğum için yardım almışlığım var. Hasta olduğum bir gün okuldaki dar gelirli öğrencileri Sümerbank’a götürüp pantolon, palto, ayakkabı hediye alıp evlerine göndermişler. Bir hafta sonra okula gittiğimde beni dersin ortasında çıkardılar ve aynı yere götürüp alışveriş yaptılar. Sonra da elimde poşetle okula geri gönderdiler. İyilik yaptığını göstermek değil ama yardım ettiğin kişiyi ifşa etmek ayıp abi.
* Sağ elin verdiğini sol elin görmeyecek...
- Haklısın. Balıkesir’de spor malzemeleri satan Demircispor lakaplı meşhur Hakkı Abi’miz vardı. Ben de basketbol oynadığım için ondan sürekli bir şeyler alırdım. Cepte para olmadığından yazdırıp, taksit yaptırırdık. Annem taksidi ödeyemediğinde “Her gün buradan geçiyorum. Borcumdan dolayı yolumu değiştirmek zorunda bırakma beni. Olduğunda fazlasıyla öderim” derdi. İşte ben böyle mertçe yapılan konuşmaların olduğu bir ortamda büyüdüm.
BABANIN ANTALYA’DA SERASI VARSA NE DİYE TAPU KADASTRO OKURSUN!
* Senin bu “bizim evin oğlu” halini ne yapacağız?
- Beni bu şekilde görmenizin sebebi taşralı olmam. Ülkeye Nişantaşı, Etiler, Moda gözüyle baktığımızda yani İstanbul’u referans aldığımızda patlıyoruz. Bugün Türkiye’de ananelerine sahip çıkan, geleneksel yaşayan çok fazla mahalle, semt, şehir var. Nereden geldiğimizi ve amacımızı unutmamamız lazım.
* Toplum olarak hafıza kartlarımızda bir sıkıntı var...
- Hem de nasıl! Sürekli güdülenerek yaşıyoruz. Mesela ben lise öğrencileri için bir eğitim gösterisi yaptım. Bizde meslek manita peşinden gitmek için ya da aile baskısıyla seçiliyor. Adamın babasının Antalya’da serası varsa o adamın tapu kadastro bitirmesinin kime faydası olur ki? Biraz da yaşadığımız yeri kalkındıracak, hazır bir iş varsa onu devam ettirecek faydalı tercihler yapmalıyız.
* Maşallah YGS tercih merkezi gibisin...
- Yanlış anlaşılmasın, kimseye limit koymak gibi bir derdim yok. Ben tiyatroyu lisede keşfetmiş olabilirim, oysa ortaokulda 3-5 şiir kitabı karıştırıp oyun ezberleyebilirdim. Çocukların bilinçli tercihler yapmalarını istiyorum.
DÜNYANIN EN BÜYÜK MAHKEMESİ İNSANIN KENDİ VİCDANI
* Kafası karışanlara sosyal medyadan da “koçluk” hizmeti veriyor musun?
- Uzun süredir hesaplarıma bakmıyorum.
* Nasıl durabiliyorsun ki sürekli telefonuna bakmadan?
- (Gülüyor) Zaten o işin elimin, kolumun bir uzantısı olma halini sevmedim. Sosyal medya gündelik hayattaki ufuk çizgisini kaybettiriyor insana. Bakmadığım süre zarfında da bir şey kaçırdığımı düşünmüyorum.
* Sevmiyorum ayağına gündemden kaçıyorsun demezler mi adama?
- Hayır kaçmıyorum, gündemin içindeyim zaten. En büyük korkum, ileride 2015’e bakıp “Aslında ne kadar mutluymuşuz” deme ihtimalimiz... Tarih tekerrürden ibaret demek istemiyorum ama geçmişe olan özlemin adına nostalji diyorsak eğer, bu ritmin hiçbir zaman bozulmadığını söyleyebilirim. Şunu unutmamak lazım; dünyanın en büyük mahkemesi insanın kendi vicdanı. Her şey gider ama adalet duygusu temyize gitmez.
* İhtiyatlı bir adamsın yani...
- Olmaya çalışıyorum. Mesela motor kullanmayı çok seviyorum ama hız yapmaya karşıyım. İstanbul gibi kalabalık ve trafiği yoğun bir şehirde motor gayet medeni, doğru ve ekonomik bir ulaşım aracı. Şimdi ileri sürüş teknikleri dersi alıyorum. Bu bir tutkudur, hız iyidir deyip işin suyunu çıkarmamak lazım.
YARIŞMACIMIZ NE KADAR SIFIR ALIRSA O KADAR SIFIR KİLOMETRE ARABAYA HAK KAZANACAK
* Senin şu yeni yarışmandan da bahsetsene...
- 1 ve 0, mantığın temeli, bilgisayarları bile bu sistem üzerine yazıyoruz. Soru cevaplarda da iki şık var. Doğru cevap verenlerin puanları 0’da kalacak. Yarışmacı ne kadar 0 alırsa, 0 kilometre araba almaya o kadar yakın olacak. Biraz tersten gittik.
* Sıfırcı hoca olacaksın yani başımıza?
- Bu bir bilgi yarışması değil. Tüm cevaplar akıl yürüterek bulunabilir. “Amerika mı yoksa İstanbul mu daha önce fethedilmiştir?” diye soracağız. Akıl yürütmeyi öküz altında buzağı arayan bir hale çevirdik ve hayatımız bu yüzden sıkıntı dolu. Hacı Bektaş, Mevlana ya da Nasreddin Hoca gibi yürekten konuşanları örnek alıp, insanların keyifli vakit geçirmesini amaçlıyoruz.
* Çiftler mi yarışacak peki?
- Tuttuğunu getiren her 2 kişilik ekibe kapımız açık. Komşular, gelin-kaynana, karı-koca, kim nasıl başvuruyorsa onunla gelecek. Acı biber yemek ya da topuklu ayakkabı üzerinde koşmak yok. Kabiliyet gerektiren bir format değil. Tiyatro perdesi açılacak ve şov başlayacak. İnsanlar cuma, cumartesi, pazar araba kazanmak için yarışacak. Kazananlar, sonrasında şampiyonlar ligi gibi büyük finalde 100 bin TL için kafa patlatacak.
RAHAT BİR ADAMIM AMA TERSİM PİSTİR
* Bu yeni format sana mı ait?
- “Ben Bilmem Eşim Bilir” ekibiyle beraber kurduğumuz şirket üzerinden yeni bir Törkiş format yarattık. İnsanların bilgisinin sınanmasını eğlenceli bulmuyorum. Bilgimin sınanması beni gerer. Bu sadece bir eğlence yarışması olacak.
* Ya tutmazsa...
- Reytinglerle ilgili bir sıkıntı olursa yapımcı ve kanal düşünsün. Eğer tutmazsa bir yeri eksik ya da yanlış yaptık diye düşünürüm. “Ben Bilmem Eşim Bilir”e dönebilirim hemen (gülüyor).
* Afedersin ama bu rahatlığının bir kurgu olduğunu düşünüyorum...
- Rahat bir adamım abi ama tersim pistir. Duygusalımdır, 60 kişilik ekipteki herkesin derdini tasasını, çocuğunun doğup doğmadığını, hastalığını bilirim. Ama tepemin tası attığında gıcık bir herife dönüştüğümü de inkar edemem.
ERKEKLER ARABAYI KAYBEDİNCE ÜZÜLÜYOR KADINSA RAKİBİ KAZANINCA
* Çekimler sırasında hiç tepenin attığı oldu mu?
- Hayır abi, orada sadece yarışıyoruz, yaygaralar kopartıyoruz, gülüyoruz ve eğleniyoruz. Kadınlar ve erkeklerin hayata farklı bakış açılarını görmek ise en keyiflisi...
* Biri Mars’tan diğeri Venüs’ten hikayesi mi?
- Sen ne diyorsun! Mesela erkek arabayı kaybettiğine üzülürken, kadını en çok rahatsız eden rakibinin kazanmış olması. Bu bakış açısı farkı yüzünden çok eğlenceli anlar yaşanıyor, sinirlenmek ne mümkün.
“BEN BİLMEM EŞİM BİLİR”İ BIRAKMADIM SADECE ÖZLETMEK İÇİN ARA VERDİK
* Büyüdün, oyunculuktan sonra sunuculukla şöhretini iyice artırdın; peki “Ben Bilmem Eşim Bilir” yoruldu mu ki programı noktaladınız?
- Sadece ara verdim. Dile kolay 3 yılda 319 bölüm çektik. Programı özletmek, bakım yapmak ve biraz daha parlatmak için kenara çekildik. Yoksa söylendiği gibi benzerlerinin çıkmasından bir rahatsızlık duyduğumuz falan yok. Ayrıca Kanal D yarışmayı Ukrayna, Afganistan, Lübnan, Romanya ve İspanya’ya sattı. Bu ülkelerde hâlâ yayınlanıyor.
* Reyting korkun yok mu hiç?
- Yok yahu, neden olsun ki? 319 bölümde 1 kez bile reytinglere baktıysam yüzüme tükür! Sadece arada konuştuklarında duyuyordum. Beni ilgilendiren tek şey işimi en iyi derecede yapmak. Eğer elimden gelenin en iyisini yaptıysam ertesi gün reytinglere baktıktan sonra neyi değiştireceğim ki? Bir durum varsa zaten kanal gerekli ayarı verir.
* Eşin Kösem Sultan’a bağlayıp müdahale ediyor mu programlarına?
- Sanem, tekstille uğraşıyor ama aslında İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Çok matrak ve eğlenceli bir kız. Beraber televizyona skeçler yazmışlığımız bile var. Yeni yarışma için de ufak tefek katkısı oluyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde de, ayda 60 lira yol parası karşılığı ders veriyoruz. Ay sonunda da o parayı gırgır şamata eşliğinde yiyoruz (gülüyor).
REKLAM SERİSİ BİTTİKTEN SONRA KIVANÇ’LA FİLM DE ÇEKEBİLİRİZ
* Reklam partnerin Kıvanç Tatlıtuğ’u “Ben Bilmem Eşin Bilir”de göremedik...
- Hakikaten gelmedi değil mi ya? (Gülüyor). Kıvanç çok iyi bir herif! Bizi reklam ajansı seçtikten sonra tanıştık, gerçekten harikulade bir adam. Hem başarılı, hem yakışıklı hem de zengin, herkes ondan çok büyük şeyler bekliyor. Eşli bir yarışmaya geldiğinde ertesi gün magazin haberi olacak diye davet konusunda çekimser kaldım ama 1-0 için aklımda yani.
* Reklamlarda çok iyi bir ikili oldunuz, Kıvanç’la İlker’den bir film projesi gelebilir mi?
- Şu an reklam anlaşmamız devam ediyor. Çekimler bittikten sonra konuşup belki bir film çekmeye de karar veririz.
* Bir aynaya bir de Kıvanç’a baktıktan sonra komplekse giriyor musun “Adama bak ya” diye?
- Ekranda göründüğü kadar yakışıklı değil herif ya! Koy ikimizi yan yana, beni Kıvanç onu İlker zannedersin (gülüyor)...
Paylaş