Paylaş
Kaç kişiye nasip olur notalara dökülen böylesine bir aşk hikayesinin yıllar boyunca dilden dile dolaşması... Keyifli ortamlarda sıkça söylenen bu şarkı, aslında Suat Bey ile Şadiye Hanım’ın hüzünlü aşkının öyküsüdür.
Kader zengin bir ailenin kızı olan Şadiye ile fakir genç Suat’ı bir yaz mevsiminde Ada’da buluşturur ve iki genç birbirini görür görmez aşık olur. Ama kızın babası bu beraberliğe karşı çıkar. Kışın gelmesiyle birlikte Şadiye ve ailesi Ada’dan ayrılır. Suat ise yaşadığı Ada’nın sahilinde Şadiye’nin ona geleceği günü beklemeye başlar.
MEKTUP GELİR AMA ARTIK ÇOK GEÇTİR
Bu arada iki genç birbirini görmese de mektuplaşmaya devam ederler. Fırtınalı bir akşam bu aşkın acısına daha fazla dayanamayan Suat, kendini Marmara’nın azgın sularına bırakır. Ertesi sabah hava düzelir; fırtına nedeniyle geciken tekneden Suat’a bir mektup çıkar. Şadiye “Suat, babamı nihayet izdivacımıza ikna ettim, gelip beni ailemden isteyebilirsiniz” yazmıştır. Ama artık çok geçtir...
Anneannemle ilk kez Ada’ya gittiğimde 7 yaşındaydım. “Lunapark’a gidelim” dediğinde çocuk aklımla ne çok sevinmiştim. Oysa bahsettiği lunapark, atların dinlendiği ve eşeklerin kiraya verildiği yerin adıymış. Uzun uzun Ada’nın tarihini anlatırdı rahmetli... Prensin arka bahçesi anlamına gelen Prinkipo’nun Bizans’tan bu yana gözden düşen iktidar mensuplarının sürgün yeri olduğu nedense aklıma kazınıp kalmış.
SEÇİM ATMOSFERİ ADA’YA DA YANSIMIŞ
Çocukluğumda yaşadığım hayal kırıklığını bir yana bırakıp, bu hafta sonu yakın arkadaşlarımla soluğu Büyükada’da aldık. Adını yüzölçümüne bakıp Büyükada koymuşlar ama bana sorarsınız “büyülü ada” deseler sanki daha doğru olurmuş. Çünkü İstanbul’un burnunun dibindeki bu ada, aslında bambaşka bir dünya. Yemyeşil, sessiz, deniz ve ağaç kokularının birbirine karıştığı bir cennet adeta. Şehirde ne varsa bizi bıktıran, tüketen çok şükür henüz uğramamış buralara.
Aşıkların bu kutsal mekanı, insana kendisini rüyada gibi hissettirse de daha nisanın ortasında Araplar’ın istilasına uğramış olması, her köşede bisiklet bulunmasına rağmen bisiklet yolu yapılmaması, fayton sefalarının perde arkasındaki dramın bir türlü bitmek bilmemesi, buz gibi havaya rağmen yine de at pisliği kokması, vapurdan adımınızı atar atmaz siyasi partilerin afiş ve görsellerinin sizi karşılayıp nostaljik atmosferi bir anda yok etmesi, elbette gözümü, gönlümü tırmaladı. Ama bütün bunlara rağmen buyrun, İstanbul’da ama İstanbul’dan bir o kadar uzakta yeryüzü cenneti olan Büyükada turuma...
Arap İzzet Paşa Köşkü
TROÇKİ BÜYÜKADA’DA DÖRT YILINI GEÇİRMİŞ
Büyükada’nın en ilginç yapılarından biri, Sovyet Devrimi’nin mimarlarından Lev Troçki’nin dört yılını geçirdiği konak. Peki 1917-24 yılları arasında Kızılordu Komutanlığı yapan, Ekim Devrimi’ni yöneten üç adamdan biri olan Troçki, Büyükada’da ne arıyordu? Anlatayım...
Lenin’in ölümünden sonra Stalin ile girdiği mücadeleyi kaybeden Troçki, 1929’da İstanbul’a sürgüne gönderilir. Suikaste kurban gitmekten korktuğu için Büyükada’ya taşınır. 4,5 yıl boyunca kiraladığı Arap İzzet Paşa Köşkü’nde yaşar. Daha sonraları İsveç ve Fransa’da ikamet eden Troçki, Stalin’in peşini bırakmamasından dolayı Meksika’ya kaçar. Meksika’da yaşadığı evi şu anda milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan bir müzeye dönüştürülmüşken, Ada’daki köşkü ne yazık ki kapıları kapalı bir halde, virane durumda...
Dünyanın tanıdığı bir isim, hayatının en önemli sürgün yıllarını burada geçiriyor, üstelik en önemli eserlerini de yine burada kaleme alıyor ama yaşadığı eve girmek mümkün değil! Benim yalnız, güzel ama fırsatları değerlendirmesini bilmeyen ülkem...
EDEBİYATÇILARIN YÜREĞİ ADA’YA SÜRGÜN
Zorunlu ziyaretçilerin ardından Ada’ya gönüllü sürgünler de gelmeye başlar. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz Reşat Nuri Güntekin’dir. Büyük ilgi uyandıran “Çalıkuşu”nun ardından Maden Mevkii’nde aldığı evinde uzun süre yaşar.
Büyükada’daki bir başka gönüllü sürgün, yazar ve tarihçi Ahmet Refik’tir. Üniversitedeki görevinden uzaklaştırılınca, Ada’da inzivaya çekilir. Bu dönemde ünlü besteci Osman Nihad Akın, onu ziyarete gelir ancak hastalığı nedeniyle görüştürülmez. Yaşadığı üzüntüyle şu ünlü dizelerden oluşan şarkıyı besteler...
“Yine bu yıl Ada sensiz
İçime hiç sinmedi
Dil’de yalnız dolaştım hep
Gözyaşlarım dinmedi”
Günümüz yazarlarından ise Ataol Behramoğlu, Elif Şafak, Enis Batur, Gündüz Vassaf ve Buket Uzuner, Büyükada’ya kalbini sürgün etmiş isimlerdir...
RUM YETİMHANESİ PERİLİ KÖŞKE DÖNMÜŞ!
Ada’nın bir tepesinde dünyanın en büyük ahşap yapılarından Rum Yetimhanesi bulunmakta. Bu muhteşem yapı “Prinkipo Palas” adıyla dev bir otel olarak inşa edilmiş. Daha sonra yetimhaneye çevrilip, 1960’lı yıllarda da maalesef kaderine terk edilmiş. Yüz küsur yaşındaki bu muazzam tarihi binayı neden restore edip turizme katmayız bilen varsa lütfen bana da anlatsın...
Gelelim İsa Tepesi’ndeki yetimhanenin gizemli ve bir o kadar da hüzünlü hikayesine... 1898 yılında, Fransızlar tarafından otel olarak inşa edilen bu yapı, daha sonra 1902’de Eleni Zarifi isimli Rum bir kadına satılır. Bu tarihten sonra Rum çocukları için yetimhaneye çevrilen yapıda bir gün yangın çıkar. Bina yangını ucuz atlatır ama bazı çocuklar maalesef alevlerin içinde kaybolurlar.
Bu esnada kaçmaya çalışanlardan biri bahçedeki kuyuya düşer. Bağırsa da sesini duyuramaz. Kuyuya bakmak da kimsenin aklına gelmez ve talihsiz yetim kuyuda can verir. O gün bugündür Büyükada halkı bu metruk yapıdan hâlâ çığlık seslerinin yükseldiği efsanesini konuşur. Onlara göre bu sesler, kuyuda can veren çocuğun haykırışlarıdır...
Rum Yetimhanesi
AŞIKLARIN BULUŞTUĞU MANASTIR: AYA YORGİ
Ada’nın bir diğer tepesinde ise meşhur Aya Yorgi manastırı var. Tarihi kayıtlar, yapılış yılını 1751 olarak gösteriyor. Tırmanırken insanı kan ter içinde bırakan ama çıktıktan sonra da muhteşem manzarasına hayran kalınan bir manastır Aya Yorgi...
Yokuşun başında onlarca dilek anahtarcısı yan yana sıralanmış bekliyor. İsteyene aşk, dileyene para, kimine sınavda başarı, kimine de ev ya da araba için anahtar satıyorlar. Türkiye’deki Hıristiyanlar için iki Hac noktasından biri aynı zamanda Aya Yorgi.
23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde dünyanın her yerinden turistler akın ediyor buraya. Bizim küçük kafile sohbet ede ede, mola vere vere tepeye ulaştık. O sırada bir grubu gezdiren rehberin “Bu yokuşu hiç konuşmadan tırmananların dileği kabul olur” sözüyle de maalesef büyük hayal kırıklığına uğradık. Ama hiçbirimiz bir daha inip, geri tırmanmayı göze alamadı. Dilekler de bir başka ziyarete kalmış oldu...
Aya Yorgi’de benim dikkatimi çeken başka bir nokta da; kara çarşaflı Arap turistlerle, türbanlı Türk hanımlarının çokluğuydu. Dini istismar etmek ve inançlar yüzünden dünyayı germek isteyen politikacılara inat, hâlâ her dinden insan gelip hoşgörü içinde burada dua edebiliyor. Ne mutlu!
Aya Yorgi
İŞTE BÜYÜKADA’NIN LEZZET DURAKLARI
Tarih dersimizi bitirdikten sonra sıra geldi Ada’nın lezzetlerinden söz etmeye...
Ada sakinlerinin vazgeçilmezi, Büyükada Pastanesi’nden patlıcanlı poğaça ya da kremalı börek alıp, demli bir bardak çay eşliğinde iskele karşısında vapuru beklemek...
Tariflerinin çoğu kendi imzasını taşıyan, keyif adamı Fıstık Ahmet’i ise Ada’da tanımayan yok... Hatta evde bir gün tek başına otururken dolaptaki tavuk ve elmadan hazırladığı mezenin hikayesi yıllardır dilden dile yayılmış. “Hoppala İzzet, elmayla tavuktan meze mi olurmuş” demeden önce sürekli işinin başında olan, çilingir sofrası ve adabı üzerine yazdığı sekiz kitapla da ünlenen Fıstık Ahmet’in Yeri/Prinkipo’ya uğramanızı tavsiye ederim. Lezzet ve güler yüz garanti...
Büyükada’ya kadar gelmişken, balık ziyafeti çekmemek olmaz... Bunun için sahilde birbiri ardına sıralanmış balıkçılar var. Herbirinin ayrı müdavimleri olan Façyo, Lido, Ali Baba, Milto ve Kalamari’den birini seçmek size kalmış.
İsterseniz tercihinizi esnaf lokantası olarak namı Ada’yı saran Konak’ta da kullanabilirsiniz. Lezzetli ev yemeklerini uygun fiyata, üstelik güzel bir manzara eşliğinde denemek isteyenler için en doğru seçenek...
Bir Büyükada klasiği olan Prinkipo Dondurmacısı’na uğramayı unutmayın. Özellikle fıstıklı külahta yabanmersinli ve karadutlu benim favorilerim, mutlaka bir deneyin derim...
Sözün özü ben İstanbul’un burnunun dibindeki bu güzelim Ada’da harika bir hafta sonu geçirdim efendim. Kendimi başka bir şehirde, hatta ülkede gibi hissettim. Fırsat bulduğunuzda, sizlere de tavsiye ederim...
Paylaş