Paylaş
Adeta büyülenmiş gibi o muazzam musikiye kaptırıyorlar kendilerini ve efsanesi kısa sürede bütün şehre, şehir ne kelime tüm ülkeye yayılan Deniz Kızı’nın hikayesini anlatıyorlardı dilden dile...
GEL EY DENİZİN NAZLI KIZI NUŞ-İ ŞARAB ET
Oysa işin gerçeği bambaşkaydı. Evet, gece babasıyla birlikte sandalda şarkılar söyleyen güzeller güzeli bir kız vardı. Kimi zaman da yalnız açılırdı Boğaz’ın sularına ve o duru sesiyle söylediği şarkılarla herkesi kendisine hayran bırakırdı.
Hatta zamanın en ünlü bestekarlarından Aleko Bacanos bu denizden gelen sesten öylesine etkilenmişti ki, o meşhur eserini kaleme almıştı:
Gel ey denizin nazlı kızı nuş-i şarab et
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et
Kestane bakışlarla beni mest-ü harab et
Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et
SADİ IŞILAY’LA EVLİLİĞİ HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
Lafı çok uzatmadan Deniz Kızı Eftalya’nın gerçek hikayesine dönelim biz. Bakın neler yazılmış hakkında: Bir subay olan babasının, konuklarına saz çaldığı zamanlarda şarkılar söyleyerek müzik yaşamına başlayan Eftalya, Galata’nın çalgılı kahvelerinde sahneye çıktı ilk olarak. O dönemlerde adı hiçbir zaman kantocular arasında geçmedi çünkü o daha çok şarkı ve türküler söyledi.
Eftalya Hanım’ın Galata kahvelerinde başlayan müzik yaşamı, Türk müziğinin önemli bestecilerinden, kemancı Sadi Işılay ile evliliğinden sonra değişti. İlk plaklarını 1923-1926 yılları arasında, eşiyle birlikte Fransa’da doldurdu. Aynı dönem Avrupa ve Ortadoğu’da konserler verdi.
Dâr-ül Elhan (İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) adına plak dolduran ilk gayrimüslim sanatçı olmasından dolayı tepki çekmemek için, doldurduğu 30 kadar plakta kendi adı yerine takma Türk isimleri kullandı. 1927 sonrası doldurduğu plak sayısı ise 50’ye yaklaşmıştı.
Deniz Kızı Eftalya ve Sadi Işılay
SESİNİ ATATÜRK’E DİNLETİNCE ADINI KULLANDI
Atatürk’ün huzuruna çıkıp söylediği şarkılar beğenildikten sonra, 1930 yılından itibaren plaklarında adını gizlememiş ve kapaklarında ismi “Deniz Kızı Eftalya Hanım” olarak yazılmıştır.
Eftalya’nın 25 yıla yakın bir dönem boyunca sürdürdüğü sanat hayatı, 1936 yılında adına düzenlenen ve Şirket-i Hayriye vapuruyla yapılan jübile gecesi, “mehtabiyede” üşütüp hastalanması ve 1939 yılında yaşamını yitirmesiyle son buldu.
Peki İzzet bu yazının başlığındaki cümleyi söyleyen kim dediğinizi duyar gibiyim. Hemen meselenin o kısmına geliyorum efendim...
Yine rivayet o ki, Eftalya’nın şöhreti ta Mustafa Kemal’in kulağına kadar gitmişti. Gazi de dinleyince sesinden etkilendiği Eftalya’yı sık sık Dolmabahçe Sarayı’na davet eder olmuştu.
ÇAĞIRIN NAZIM’I ŞİİRLERİNİ KENDİSİ SÖYLESİN!
Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu bir gece sarayda şarkı söylerken masada Nazım Hikmet’in adı geçer... Gazi, “Bu şair kimselere benzemiyor” diyerek Nazım’ın şiirlerini kendi ağzından dinlemek istediğini söyler ve derhal masaya getirilmesini emreder.
Saatler gece yarısını çoktan geçmiştir. Anadolu yakasında oturmakta olan Nazım’ın kapısı Kadıköy Polis Merkezi’nden gelen memurlar tarafından çalınır.
Pijamalarıyla kapıyı açan Nazım, polisleri karşısında görünce önce korkuya kapılır ancak meseleyi öğrenince bu korku yerini kızgınlığa bırakır. Kapıya gelen polisler Hikmet’e, Gazi’nin kendisini şiirlerini dinlemek için Dolmabahçe Sarayı’na davet ettiğini ve onu götürmek için geldiklerini söylerler. Nazım bütün nezaketiyle Mustafa Kemal’in davetini ileten memurlara “Paşa’ya benden selam söyleyin. Ben Eftalya değilim. Bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsın” diyerek teklifi reddeder.
Atatürk de, şairin bu tavrı karşısında “Aferin çocuğa, şair dediğin işte böyle olmalı” der...
İŞİN DOĞRUSUNU İKİ GAZETECİYE ANLATIR NAZIM
Peki olay gerçekten böyle mi yaşandı? Nazım, gerçekten de Gazi’nin davetine “hayır” mı dedi? Bu sorunun cevabını Milliyet’ten Ömer Sami Coşar ve Vatan’dan Orhan Karaveli verir.
İki gazeteci 1960’da Moskova’da düzenlenen “Uluslararası Doğu Bilimciler Kongresi”ne katılacak heyetle birlikte o zamanın Sovyetler Birliği’ne giderler. Ve aynı organizasyona katılan Nazım Hikmet ile 15 gün geçirirler. Nazım’a sorarlar: “Üstad çok konuşulan bir Eftalya olayı var, nedir bunun doğrusu?”
Ünlü şair gülerek cevap verir: “Bakın cancağızlarım. Elbette aslı yoktur bu efsanenin. İşin doğrusunu da Türkiye’de iken yakın dostlarıma anlatmışımdır. Ama dünyanın her yerinde halklar efsane uydurmaya bayılır. Mustafa Kemal dünyanın en nazik ve efendi adamlarından biriydi.
İnsanları gece yataklarından kaldırıp, keyfi öyle istedi diye ayağına çağırtmak onun yapacağı bir şey değildi. Atatürk Dolmabahçe Sarayı’ndaymış da, ‘Gidin şu deli oğlanı bulun, gelip şiir okusun bana’ demiş de... Evime doluşan polisleri ‘Ben Deniz Kızı Eftalya değilim’ diye geri çevirmişim de...
BANA HİÇBİR ZAMAN BÖYLE BİR DAVET GELMEDİ
Neresini düzelteyim ben bu hikayenin! Atatürk’ün ancak kendini bilmez sarhoşlara yakışan böyle bir davranışa girmesi bir yana, onu kimse sarhoş görmemiştir! Bana da hiçbir zaman böyle bir davet gelmemiştir! Kendisine daima hayranlık duymuş ve saygı beslemişimdir. O olmasaydı, Türkiye olmazdı!
Bir davet gelmiş olsaydı ondan, hiç geri çevirir miydim? Deniz Kızı Eftalya sözüne gelince... Devrin ünlü bir sanatçısına böyle küçültücü ve incitici bir söz bana yakışmaz. Ben kimin hakkında böyle ileri konuşmuşum!
Nasırıma basanları yerdiğim doğrudur; ama yalnızca şiirlerimde. Allah aşkına unutun artık şu ‘Deniz Kızı Eftalya’ hikayesini. Bu anlattıklarımı da böyle yazın...”
Vazife bildik, bir kere de biz yazdık... “Deniz Kızı Eftalya” ile başlayan, Gazi’nin Nazım’ı davetiyle devam eden efsanenin doğrusunu anlatmaya çalıştık. Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Siz yine de yolunuz İstanbul Boğazı kıyılarına düşerse, denize kulak kabartın...
Bakarsınız “Deniz Kızı Eftalya”nın o hüzünlü sesinden okuduğu nameleri duyarsınız. Kim bilir...
Paylaş