Paylaş
Öğrencilerine dönüp, şunu sorar bilge: “İnsanlar kızdıkları zaman neden bağırırlar?” Önce her kafadan bir ses çıkar, sonra içlerinden biri “Çünkü sükûnetimizi kaybederiz” diye cevap verir. “Ama hemen yanı başımızdaki insana neden bağırıyoruz?” diye sorar tekrar bilge. Öğrencileri cevap veremez. Bu sessizlik karşısında şu sözler dökülür ağzından: “İki insan birbirine kızgınken kalpleri uzaklaşır. Bu uzaklık yüzünden de sesini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalır. Kısaca insan ne kadar kızgınsa, uzağı yakın edebilmek için o kadar çok bağırır...”
Soma’daki kalplerimizi dağlayan trajediden sonra yaşadıklarımız bu öyküyü aklıma getirdi. Bir yandan ateş düştüğü haneleri çoktan yakmış, bir yandan da eli kolu bağlı olmanın ızdırabını yaşıyoruz. Bu arada sosyal medyada da bu acı olayı unutmamak, unutturmamak, sorumluların peşini bırakmamak için pek çok ileti paylaşıldı. Ama her zaman olduğu gibi bunu da öylesine abarttık ki, sanki en acılı tweet’i atan “en çok yas tutan”...
Oysa kimi Twitter’da belli eder üzüntüsünü, kimi gerçek hayatta, kimi de sadece kendi içinde yaşar...
Kime ne? Soma ile ilgili çok tweet atınca duyarlı insan sayılıyorsunuz, atmazsanız duyarsız... Neredeyse Twitter, insanın insanlığını ölçen bir terazi olup çıkmış... Yas tutmak 140 karaktere sığar mı Allah aşkınıza?
Sosyal medyada Soma’ya giden ünlüler için kimileri “Reklam yapmak için mi oradasın” diye bozuk attı; kimileri gitmeyenlere “Bu kadar acı varken sen neredesin” diye...
Madencilere yardım yaptığını açıklayanlar görgüsüzlükle suçlandı, açıklamayanlar “Sen neden yapmıyorsun” diye... Bu toz duman arasında yaşanan toplu nefret histerisinden ben de nasibimi aldım. Instagram’da
500 bin takipçisi olan ve yemeklerle insan hikâyeleri anlatan Malezyalı Samantha Lee adlı bir tasarımcının
“Lütfen hepimiz Türkiye’ye, Soma’daki madencilere ve Soma’ya dua edelim” çağrısıyla paylaştığı bir fotoğrafı “repost” edip Instagram’da kendi takipçilerimle paylaştım. Vay efendim sen misin bunu yapan? Ne bu tabağı hazırlatıp menüye koymadığım kaldı ne de yaşananlara karşı duyarsızlığım. Birileri hiç utanmadan kadının ismini
kapatıp, sanki bu tabağı ben yapmışım gibi göstermeye bile kalktı. Üşenmedim, sosyal medyada tek tek herkese
cevap vermeye gayret ettim. Bazıları özür diledi, bazıları veryansına devam etti. Sonunda iş öyle bir hale
geldi ki kendi aralarında kavga etmeye başladılar. Ne acıdır ki milletçe yas tutmamız, el ele olmamız gereken böylesine günlerde bile aramızdaki nefret tohumları daha da filizleniyor, saflar daha da ayrışıyor.
Dilerim bu linç kültürü nedeniyle ileride yaşanabilecek olaylarda korkudan kimse elini kolunu kıpırdatamaz hale gelmez. Bir yanda Soma’nın acısı, bir yanda birbirine tahammül bile edemeyen insanların varlığı içimizi
iyice eziyor. “En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan... / Ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri
ışıldayan. / En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan” demiş Can Baba. Sanki bugün yaşadığımız bu akıl ve gönül kopukluğunu anlatmış büyük usta, sizce de öyle değil mi?
Rüzgar eken fırtına biçer...
Fotoğraflarına bakıyorum...
Yüzünü kapatmışlar, çünkü henüz 10 yaşında...
Ama o flu görüntünün altında bile korkunun ve dehşetin izlerini hissedebiliyorsunuz...
Belli ki ağlıyor ya da anasının babasının ismini haykırıyor...
Ama hiçbir şeye aldırmayan çelik pençeler yapışmış kollarına, kalabalığın arasından sürükleyip götürüyorlar onu...
10 yaşındaki bir çocuğu...
Neymiş; Soma için yapılan gösterilere katılmış. Yahu parmak kadar bir bebe o...
Kaskınla, copunla daha o yaşta üzerine saldırıp yüreğine bu korkuyu salarsan...
Bu nefreti ruhunun derinliklerine yerleştirirsen...
Yıllar sonra taşla, sopayla karşına çıktığında şaşırmayacaksın arkadaş...
Bu tohumu, bugün sen ektin onun içine...
Unutma, rüzgar eken fırtına biçermiş...
Paylaş