Paylaş
Ferman’ın “Tespih” şarkısı internette tıklanma rekorları kırmaya devam ediyormuş. Bizde bir parça tutmaya görsün, bütün şarkıcılar peşine düşer malum... Ebru Gündeş’in de albümü için Ferman’dan “Tespih”i istediğini duymuştum; doğru mu bir sorayım dedim. Sormaz olaydım, bir dokundum bin ah işittim.
“Sadece Ebru değil, istemeyen mi kaldı şarkıyı” dedi Ferman. “Hatta bir keresinde ‘Rihanna ve Shakira da istedi’ dedim, dört bir yanda haber olduk...”
Ver “Tespih”i, al “Umbrella”yı...
- Bırak dalga geçmeyi İzzet... Kuyuya şakadan bir taş attık, 40 akıllı çıkaramadı. Bir gün Beyaz’ın konuk koordinatörü arayıp “Ferman Bey, Tespih’i Shakira ve Rihanna’nın istediği doğru mu?” diye sormaz mı... Yahu 20 yıldır bu işin içindeyim, bir şarkı tutturdum herkes satın almaya çalışıyor. Hep size hep size mi olacak?
Senden Ebru Gündeş mi istedi “Tespih”i?
- Yok, bestekarını aramış, o da “Şarkının haklarını Ferman Bey’e sattım” demiş. Ama Ebru bir nezaket gösterip beni arasaydı durum çok daha farklı olurdu.
Yani gönlünü alsaydı, şarkıyı da alırdı belki...
- Alırdı tabii; unutma her şeyi parayla satın alamazsın...
Bizzat aramadı diye bozulmuş gibisin?
- Bozulmadım ama insanlardaki bu ego patlamasını aklım almıyor. Bundan 5-6 sene önce “Dert Faslı” adlı şarkıyı satın aldım, okudum, klip çekildi, albümün çıkmasına bir hafta kala bestekardan bir telefon geldi; “Şarkıyı Ebru Gündeş’e de vermişiz, sen albümden çıkar” dedi.
Kimdi bu paylaşılamayan şarkının bestekarı?
- Ebru’nun şimdiki kocası Reza Zarrab...
Cehaletime ver, Reza’nın beste yaptığını bilmiyordum...
- Ben yine de “Ebru Gündeş’tir, Türkiye’nin en büyük kadın vokallerindendir” dedim ve o parçayı çıkardım albümden. Çocuğu 9 ay 10 gün karnında taşıyorsun, doğum yapacağın gün, doğuramazsın aldır diyorlar. Şarkıyı albümden çıkardım, klibi de çöpe attım anlayacağın...
Eh, bir teşekkür almışındır Ebru Hanım’dan...
- Yok canım... Kendi parçamızı onun için albümden atıyoruz, hanımefendi bir teşekkür bile etmiyor. Yeni şarkıyı isterken de zahmet edip kendi aramıyor, araya menajerleri falan koyuyor. Kusura bakma ama ondaki kibir ve ego tavan yapmış. Neden bu insanlar “hep bana, hep bana” der? Yahu bırakın biraz başkaları da başarının keyfini sürsün.
Paralelli, Terelelli...
İki “paralelin” kesiştiği noktada artık mantığım... Paraleller kesişir mi demeyin, bütün bu yaşadıklarımızdan sonra artık o da mümkün görünüyor.
Bazı şeylere bir türlü akıl erdiremiyorum. Örneğin binlerce emniyet mensubunun görevden alınıp başka yerlere nakledilmesine... Yahu biz bu polislere yıllarca canımızı, malımızı emanet etmedik mi?
Diyelim ki; Amerikan casus filmlerinde olduğu gibi “uykuya bırakılmış ajandı” hepsi... Zamanı gelince uykudan uyandırılıp dişlerini çıkaracaklardı.
Ve diyelim ki; şimdi zamanı geldi ve moda tabirle bu “paralel polisler” vampir dişlerini göstermeye başladılar.
Gördük ki meğer paralel olmayanlar, paralel olanları isim isim biliyormuş zaten. Çare olarak da bütün paralelleri başka diyarlara sürdüler. Bu durumda sormazlar mı “Bu adamları sakıncalı oldukları için bir yerden başka yere atıyorsun ama orada yaşayanlar vatandaş değil mi, onların günahı ne?” diye...
Paralel paralel paralelli, taralel taralel terelelli...
Galiba keçileri iyice kaçırıyorum. Bana müsade; ben hunimi almaya gidiyorum.
‘İki Kıtaya Nazım Hikmet Köprüsü’ heykeli...
Bugünlerde Etiler’e yolunuz düşerse, Akatlar’daki Sanatçılar Parkı’na uğrayın ve Nazım Hikmet’in 112. doğum gününde açılan anıtı mutlaka ziyaret edin derim.
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, uzun zamandır üzerinde çalıştığı bu projeyi sonunda Nazım Hikmet Vakfı ortaklığında, Rutkay Aziz ve Tarık Akan’ın da desteğiyle hayata geçirdi.
İsmail Ünal’ın “çılgın” diye tanımladığı heykeltıraş Mehmet Aksoy gerçekten çılgın bir eser ortaya koymuş. Aksoy’un “İki Kıtaya Nazım Hikmet Köprüsü” ismini verdiği anıtta yer alan Nazım’ın başındaki boşluk İstanbul Boğazı ile tamamlanıyor ve Mavi Gözlü Dev masmavi Boğaziçi ile bütünleşiyor.
Tabii ben ne kadar anlatsam boş, gidip görmeniz lazım.
Törende Yaşar Kemal, Nazım’la ilgili bir anısını şöyle anlattı: “Nazım’ın şiiirlerini okuduktan sonra, kitaplarımı yırttım. Ben böyle yazar olamam dedim. Nazım bunu duymuş, ‘Hapisane çok zorlu iştir. Eğer şair olmasaydım, şiir yazmasaydım ölürdüm. Onun için sen de ölürsün. Yeniden şiir yaz’ deyince oturdum, tekrar yazmaya başladım.”
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında” demiş ya Nazım Hikmet...
Şimdi o Sanatçılar Parkı’nda İstanbul ile bütünleşiyor ve hepimiz farkındayız...
Belki Anadolu’da bir köy mezarlığına gömemedik seni ama hiç olmazsa yarım asır sonra Sanatçılar Parkı’na heykelini diktik; rahat uyu büyük usta!
Kifayetsiz muhteris!
Hazır Oscar adayları açıklanmışken ben de üç ayrı projede, üç ayrı rolü üzerine eldiven gibi giyen Demet Akbağ’a saygı dolu bir selam çakmak istiyorum. Bir sezonda hem Kürt, hem Laz hem de bir pavyon kadınını bu kadar sahici oynamak her babayiğidin harcı değil. Demet benim için Türkiye’nin Meryl Streep’idir...
Film piyasasında Akbağ gibi içimizi aydınlatanlar olduğu kadar, malesef içimizi bayıltanlar da var. Şimdi size onlardan birinin hikayesini anlatacağım.
Geçenlerde filmini beğenmediğimi yazdığım bir kifayetsiz muhteris yapımcı sağda solda; “İzzet kötü yazdığı için film iş yapmadı” diye veryansın ediyormuş. Duyan da filmi Oscar alacaktı da benim yüzümden ödülden oldu sanır.
Arkadaş kendini tutamamış bir de haber göndermiş; “Filmi izlerken havamda değildim, ikinci gidişimde çok beğendim” diye yeni bir yazı yazsın demiş. Tebessüm ettim geçtim. Bu köşeye “siparişle yazı yazılmaz” diye bir tabela mı assam?
Şimdi daha da ileri gidiyor; işi tehdide kadar götürüp; “İki elim bu dünyada da öteki dünyada da İzzet’in yakasındadır” diyormuş.
Bak arkadaş galiba sen beni masanda oturtup, yedirip içirdiğin şakşakçılarından zannettin. Ayrıca ben film eleştirmeni falan da değilim. Sade vatandaş olarak gördüklerimi, beğendiklerimi, beğenmediklerimi dile getiriyorum... Onun için önce kafanı o “ellerinin” arasına al da düşün biraz “İyi film nasıl yapılır” diye... O da yetmezse bir zahmet “Düzenbaz”ı, “Para Avcısı”nı, “12 Yıllık Esaret”i seyret; “Adamlar ne muhteşem film çeviriyorlar” diye derdine yan.
Ama ille de yakasına yapışacak bir şey istiyorsan sana gömleğimi göndereyim. O da iki numara büyük gelir ama idare edeceksin artık...
Ortaya az karışık
Bir: 29 Ocak’ta 60 yaşına basacak olan Oprah Winfrey kutlamalara erken başlamış. Arkadaşlarını bir spor salonunda toplayan “Amerika’nın Seda Sayan’ı”, dostlarıyla saatlerce spor yapıp eğlenmiş. Demek ki 60’ından sonra eğlence anlayışı değişebiliyor. Darısı yerli spor gurularımız Ebru Şallı ile Şeyda Coşkun’un başına...
İki: Amerikan GQ’suna kapak olan Katy Perry küçükken “Tanrım göğüslerim o kadar büyük olsun ki, sırt üstü yattığımda ayaklarımı göremeyeyim” diye dua ettiğini, 11 yaşında da bu duasının kabul olduğunu söylemiş. Katy Perry’nin çocukken ettiği duaya bugün dünyanın her yerinden “yarabbi şükür” diyen milyonlarca erkek hayranı var...
Üç: Amerikan kitsch kültürünün en büyük ismi Liberace’nin yaşam öyküsünü anlatan Behind the Candelabra filminde Matt Damon’ın canlandırdığı Scott Thorson, gerçek hayatta şartlı tahliye kurallarına uymadığı için hapis cezasına çarptırılmış. Bakalım bu filme imza atan usta yönetmen Soderbergh, bu öykünün “demir parmaklıklar arkasındaki” devam filmini de çekecek mi...
Dört: “Çizmeli Kedi” out, hapşıran kedi in! Daily Mail’in haberine göre sosyal medyada yeni trend kedilerin hapşırırken çekilen fotoğraflarını paylaşmakmış. Ne diyelim “Çok yaşayın” e mi siz sosyal medya fanatikleri...
Paylaş