İsmet Solak: Bir varsayım

İsmet SOLAK
Haberin Devamı

21 Kasım'da Milliyet Gazetesi'nde yayımladığı yazısında Güngör Uras Türk ekonomisinin 10 yıllık büyümesini iki rakamda özetlemiş. 1990'da fert başına düşen gelir 2.681 dolardı. Ancak 1998 seviyesinin yakalanabileceği 2001 yılında olsa olsa 3.242 dolar olacak. Amerikan parasının satınalma gücünde de 10 yılda aşınma olduğuna göre, bu süre zarfında yerinde saydığımız söylenebilir. Bu 10 yılda dış ve iç borçlar da tahminen 2.5-3 misli arttı. Demek ki milletçe fakirleştik.

***

Bu kıyaslamadan hareketle aklıma bir zihin idmanı yapmak geldi: Varsayalım ki 1990 yılında AB'ye üye olmuştuk veya müzakerelerde son aşamaya gelinmişti. Acaba son 10 yılda neler olurdu, neler olmazdı. Şöyle bir araştıralım.

Türkiye dünyada yabancı sermaye hareketlerinden en az pay alan bir ülke konumunda kalmazdı. Direkt yabancı yatırımlar ve AB'nin yardımları ile ekonomisi süratle büyürdü.

AB'nin makro-ekonomik kriterlerine uyum gerektiğinden enflasyon AB ortalamalarına uygun bir düzeyde seyrederdi. Devlet fahiş faiz ödemeleri ile yoksullaşmaz ve altyapı yatırımlarını yapamayacak hale gelmezdi.

Bütün AB ülkelerinde olduğu gibi piyasa ekonomisinin rayından çıkmaması için gerekli hukuki önlemler alınır, kara para aklamaları, banka boşaltmaları, hayali ihracat ve yolsuzluk geniş ölçüde önlenirdi.

1994'teki buhran önlenirdi. Banka mevduatlarına % 100 garanti verilmesi gibi bir çılgınlık yapılmazdı. Bankaların göz göre göre batırılmasına bigáne kalınmazdı.

AB'ye sonradan katılan bütün ülkelerdeki gelişmelere paralel olarak politik, ekonomik ve sosyal istikrar süratle yerleşeceğinden büyük olasılıkla terörün önü daha önce alınır, köktendinci hareketler ve partiler zemin kaybeder, AB değerlerine uyumda sıkıntı çeken partiler kuvvetlenmezdi. Bir Erbakan olayı yaşanmazdı. 50 yıldan fazla kıdemi olan veya seçimlerde ne kadar oy kaybederlerse etsinler partilerinin başında kalan otokratik liderler nihayet siyaset sahnesinden çekilir, İspanya, Portekiz ve Yunanistan'da olduğu gibi Avrupa'nın siyasal kültürünü içine sindirebilen liderler ortaya çıkardı.

Kıbrıs meselesine daha müsait şartlarda çözüm aranabilir ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin sorun çözümlenmeden AB'ye katılması olasılığı ile karşılaşılmazdı.

Yunanistan'la Kardak krizi gibi bir kriz yaşanmazdı. Gerçekte o kadar zor olmayan Ege meseleleri çözümlenebilirdi. Yunanistan'la sorunlarını halletmiş ve iç barışı sağlamış bir Türkiye Soğuk Savaş sonrası jeopolitik ortamda hem daha büyük rol oynayabilir ve hem de savunma masraflarını önemli ölçüde azaltarak sosyal içerikli projelere daha fazla kaynak ayırabilirdi.

Türkiye insan kaynağına en az değer veren, eğitim ve sağlığa milli gelirinden en az pay ayıran bir ülke olmaktan çıkardı. Üniversitelerdeki çökme karşısında hareketsiz kalınmazdı.

Türkiye, vatandaşlarının her gün yeni bir buhran veya skandal haberi ile uyandığı bir memleket olmaktan kurtulurdu. ‘‘Bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz’’ deyimini doğrulayan inanılmaz ‘‘af’’ traji-komedisi yaşanmazdı. Bir aciz abidesi olan bakanlar, herhalde ilánihaye görevlerine devam edemezlerdi.

Hukuk prensipleri çiğnenerek geriye dönük deprem vergisi ihdas edilip sağlanan 3 katrilyondan fazla gelirin ancak altıda biri depremzedelere sarf edilmezdi.

***

Bu varsayımlar için çok haklı olarak denilebilir ki: ‘‘Olan olmuş, kaldı ki 10 yıl önce AB'ye üye olmak söz konusu değildi. Hayal gücünü geriye doğru işletmenin ne faydası olabilir?’’ Çok doğru, hiçbir faydası olamaz. Ben sadece bundan sonraki on yıl sonunda benzer veya daha üzücü bir bilanço ile karşılaşmayalım demek istiyorum!

Yazarın Tüm Yazıları