Paylaş
Birkaç nedenle imkânsız.
Bunlardan birincisi, PKK ile Türkiye arasında günün birinde bir müzakere olacaksa, bu çok daha farklı bir zeminde olacak ve gri alanlara meydanı alabildiğine açan aracılara dayanmayacaktır.
Yani kamu görevlileri gitsin İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşsün, sonra Öcalan HDP’den gelen heyete bilgi versin, o heyet gidip Kandil’den cevap alsın ve tekrar İmralı’ya getirsin şeklindeki dolaylı müzakere yönteminin bir başarı ortaya çıkaramadığı, tam tersine ciddi gri alanlar yaratıp süreci bozduğu belli oldu.
Devlet, bundan sonra konuşacaksa kararı verecek ve uygulayacak olanla konuşacaktır; ‘karar’ları gerçekte ‘temenni’ olanlarla veya kararını uygulamayanlar/uygulatamayanlarla değil.
Aynı sürecin tekrarını imkânsız kılan bir başka tespit, başarısızlığa uğrayan ilk süreçte karşılıklı ‘güven arttırıcı önlemler’ belli bir takvime konmuştu.
Ama daha baştan bu takvime uyulmadı; örneğin PKK’nın silahlı güçleri Türkiye’yi terk etmedi. Buna rağmen, verilen sözün tutulmaması bir mesele edilmeyince bozulan başka sözler de oldu ve sonunda süreç çöktü.
Bugün yeniden müzakere dönemine girilmesinin en temel şartı, geçmişte ‘güven arttırıcı önlem’ olan şeylerin artık önkoşul olması.
Yani, PKK Türkiye’yi terk etmedikçe ve hatta silahlı mücadeleye son vermedikçe uzakta da olsa bir müzakere masası görünmeyecek.
Hatta o kadar ki, PKK silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarmak için dahi ‘operasyonların durması’ şartını ileri süremeyecek.
Ankara’da konuştuğum kaynaklar, “Nasıl girdilerse öyle çıksınlar, elinde silah taşıyanlara karşı güvenlik operasyonları aralıksız devam edecek” diyor.
Hükümet çevrelerinde yapılan bir üçüncü tespit daha var:
PKK, temmuzdan bu yana silah zoruyla ‘demokratik özerklik’ uygulamaya çalışıyor ve başarısız oldu. Örgütün silahla alamadığını masada alması artık söz konusu bile değil.
Evet, elbette Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi konuşulmalı ama temmuzdan beri yaşanan hendek savaşlarında yerel yönetimlerin rolü göz önüne alındığında artık bu konuşmaları yapmaya yatkın insan bulmak bile zor.
Yani yerel yönetimlere yetki artışı bile neredeyse konuşulamaz olmuşken ‘demokratik özerklik’in herhangi bir biçiminin masada olması o masayı kurulamaz hale getirecek.
YENİ ANAYASANIN ÜÇ AYAĞI...
ADALET ve Kalkınma Partisi içinde bir eğilim, yeni anayasa yazılması ve parlamentoya sunulması meselesini çok dar bir çerçevede görüyordu.
‘Başkanlık sistemini getirelim, Meclis’te kabul edilmezse de seçime gidelim’ diyen bu anlayış, meselenin tek başına başkanlık sisteminden daha büyük ve kapsamlı olduğuna, dolayısıyla hızlı hareket etmeye ihtiyaç olmakla birlikte konunun aceleye getirilmemesi gerektiğine ikna olmuş gibi görünüyor.
Türkiye’nin yeni bir anayasaya, üstelik sivil siyasetçiler tarafından yazılacak bir anayasaya sahip olacak olmasının önemi, yönetim sistemine indirgenemeyecek kadar büyük. Yeni anayasa, ülkenin başkanlık sistemiyle mi, parlamenter sistemle mi yönetileceğini belirleyeceği kadar, hatta daha fazla ülkedeki kişi hak ve özgürlüklerinin dayanağını, devletin rolünü ve büyüklüğünü belirleyecek. Ve bu anlamda, içeriği ve etkisiyle Türkiye’yi aşan bir öneme sahip olacak.
O yüzden Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Strasbourg’da biz gazetecilere söylediği şey çok önemliydi.
Başbakan Davutoğlu, yeni anayasayı üç temel üzerinde gördüğünü, bunlardan birincisinin anayasanın dibaçesi ve ilk dört maddesi; ikincisinin temel hak ve özgürlükleri oluşturan ve Davutoğlu’nun ‘Anayasanın ruhu’ adını verdiği bölümler; üçüncüsünün ise ‘iskelet’ adını verdiği yönetim sistemini ve kuvvetler ayrılığını belirleyen bölüm olduğunu anlattı.
AK Parti, ilk bölüm için akademisyenler dahil parti dışından gruplarla da toplantılar yapmış, bir görüş oluşturmuş, bu ilk bölümü yazma aşamasına gelmişti.
Şimdi Davutoğlu’nun söylediği ikinci ayak çalışılıyor, anayasa hukukçuları dahil gruplarla toplantılar yapılıyordu. Sonra da üçüncü ayağa geçilecekti.
Başbakan, ‘Birkaç ay içinde metin ortaya çıkar, önce parti içinde tartışırız, olgunlaştırırız ve sonra da kamuoyunun tartışmasına açarız’ dedi.
AK Parti’nin teklifi büyük olasılıkla yaz sonundan itibaren kamuoyunda da tartışıldıktan sonra Meclis’e indirilecek ve Meclis’te bu teklife en az 330 oy aranacak.
Paylaş