Paylaş
Bugün 1 Mayıs. Geçen hafta, İstanbul Valisi, bugün 1 Mayıs için Taksim’de gösteri yapacakları peşinen uyarma gereği duydu, ‘Olay çıkartırsanız seneye o meydanı size vermem’ dedi.
İstanbul Valisi nerelidir bilmiyorum ama İstanbul’un Taksim meydanının o valinin babasının malı olmadığını söylememe bilmem gerek var mı?
Mahalle arasında futbol oynayan çocukları, ‘Keserim topunuzu haa’ diye korkutan mahallenin rahatsız büyüğü tavırlı valimize, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmanın anayasal bir hak olduğunu, gösteri için önceden izin almak gerekmediğini, gösterilerde şiddeti önlemenin ve göstericilerin güvenliğini sağlamanın polisin işi olduğunu falan hatırlatmak bir işe yarar mı acaba?
Ya durduk yerde görev yaptığı ilin içki yasağıyla anılır olmasına neden olan Afyon Valisi’ne ne demeli? Eğer illa yasaklayacaksa bence önce ilinin adını yasaklasın.
Sokakta, parkta vs. içki içmek zaten serbest değil. Park halinde dahi olsa aracın içinde içki içmek de benim bildiğim trafik suçu.
Peki bunlara rağmen vali paşamız neden zaten yasak olanı yasaklıyor?
Çünkü o bizim büyüğümüz, velimiz, vasimiz... Bizi ‘kötülüklerden’ korumak istiyor valimiz, aynen İstanbul Valisi’nin uyarıcılığı gibi Afyon Valisi de, bizi bizden koruyor, bizi terbiye ediyor.
Herkes bize bir ahlak dayatıyor zaten. RTÜK var, Başbakan var, İçişleri Bakanı var. Eh bunlara bir de valilerimiz eklenmiş, çok mu?
* * *
Şakası bir yana, Türkiye’de demokrasinin üzerindeki asker vesayetini çok konuşuyoruz da, yerel demokrasinin üzerindeki vali vesayetini konuşmuyoruz. Çünkü vali vesayeti esasen devlet vesayetidir ve devlet de bizde bir ölçüde hükümet demektir.
Velilerin vasilerin velisi ve vasisi olan hükümetler bu durumdan şikayetçi olurlar mı hiç?
Oysa, İstanbul gibi bir kentin büyükşehir belediye başkanlığından gelen, validen izin almadan şehir dışına çıkamamanın ne demek olduğunu yaşayarak görmüş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başka türlü düşünmesini beklerdi insan.
Başbakan Erdoğan en azından şu soruyu sorabilir kendine: İstanbul’da valinin yapabildiği ama benim belediye başkanı olarak asla yapamayacağım ne gibi bir iş olabilirdi?
Ben daha da ileri gideyim: Yarın sabah uyandığımızda şehirlerimizde valilerin, ilçelerimizde kaymakamların olmadığını görsek acaba herhangi bir iş aksar mı?
Onların yokluğunda ülke ne kaybeder? Yoksa ülke demokrasisi kazanır mı?
Tiyatro meselesi: Başbakan haklı ama dediğini de yapmayacaktır...
BU İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimiyle ilgili değişiklik protesto edildiğinde kendi kendime gülümsemiştim.
Sanki Şehir Tiyatroları özgür sanatın kalesiydi de şimdi o kale kaybediliyordu.
Kimi kandırıyoruz, her partinin belediyesi döneminde Şehir Tiyatroları’nın yönetimi de, oynadığı oyunların genel içeriği de değişir.
Üstelik bu değişikliklere rağmen Şehir Tiyatroları’nın seyirci sayısı da çok değişmez, hatta artar da eksilmez. Çünkü bu tiyatrolar, halkın ulaşılabilir fiyatta kültür eğlencesi ihtiyacını karşılar, belediye yönetimleri içinse bir nevi ucuz propaganda aracıdır.
Aynı durum Devlet Tiyatroları için de geçerlidir. İktidarlar değiştiğinde bu tiyatroların tepe yönetimi de hemen değişiverir. Hatta aynı parti iktidardayken kazayla Kültür Bakanı değişecek olsa Devlet Tiyatroları yönetimi de hemen değişir.
Devlet Tiyatroları da aynen Şehir Tiyatroları gibi, halkın ulaşılabilir fiyattan kültür eğlencesi yaşamasını sağlar, bir yandan da bir propaganda aracıdır.
Başbakan, ‘Devletin, belediyenin tiyatrosu mu olurmuş’ derken bence doğruyu söylüyor. Olmaz. Olmamalı.
Ama, ‘Özelleştireceğiz’ derken bence üzerinde yeterince düşünülmemiş bir fikri dile getiriyor. Bu kurumlar, insanlardan oluşan kurumlar oldukları için satılmalarını pek mümkün görmeyenlerdenim. Kaldı ki belediyenin ve hükümetin bu satışı gerçekleştireceğini de sanmam.
Toplum mühendisliği, aynen memleket kurtarma sporu gibi, biz Türkler arasında en yaygın sporlardan biri. Hepimiz her fırsatta bu milleti ‘eğitmek’ gerektiğini söyleriz.
Ve bizim için tiyatro, bir eğlence değil bir okuldur, bir nevi eğitim yeridir.
Eh hükümetlerimiz de içimizden çıktığına göre, halkı ‘eğitmenin’ bu denli ucuz bir yolunu kimseye bırakmazlar nasıl olsa. Hâlâ ‘mahrumiyet’ illerine şu kadar tiyatro salonu açtığını övüne övüne anlatan bir hükümet, o tiyatroları satmaz. Aynı şey belediye için de geçerli.
Futbol Federasyonu ne yaptı şimdi?
BİLMİYORDUM, yeni öğrendim: Meğer Futbol Disiplin Talimatı’nı değiştirmeye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nun yetkisi varmış.
Peki neden acaba Mehmet Ali Aydınlar yönetimi bu yetkiyi kendisi kullanmak yerine federasyon genel kurulunu toplamış?
Hadi oradan geçtik. Futbol Federasyonu önce şike yapma ve/veya şikeye teşebbüs etmenin cezasına para cezası ve puan silme cezası gibi alt sınırlar getirme işini yapıyor, ardından da iki kulüp hariç bütün kulüpleri Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na sevk ediyor.
Bir yandan baktığınızda, eğer bir ülkede ikisi hariç diğer bütün kulüpler için PFDK’ya sevke yetecek miktarda şike-teşvik primi şüphesi varsa, zaten ört ki ölem deyip dükkânı kapatmak lazım.
Ama öteki taraftan baktığınızda, bu çok tanıdık bir taktik: Suçu yaygınlaştır, potansiyel suçluların sayısını artır ki kimse ceza almasın.
Bütün bunların, ahlakın bu ölçüde sükûtunun hepimizin gözünün önünde olması, insanın içini acıtıyor.
Paylaş