Paylaş
Kötü bir şey değil, hatta iyi bir şey.
Dersim katliamını konuşmanın, 12 Eylül darbesini konuşmanın, 28 Şubat’ı konuşmanın, tek parti döneminde din başta olmak üzere pek çok konudaki baskıları konuşmanın, yapılan yanlışları ve bu yanlışları yapanları en azından ahlaken mahkum etmenin yanlış bir tarafı yok.
Evet, belki geçmişte geçmişimizi hiç konuşmadığımız, konuşma fırsatları geldiğinde de sorunları halının altına süpürmeyi tercih ettiğimiz için bugün bu durumdayız.
Ama sanki bugünü ve yarını konuşmak yerine dünü konuşmanın bize daha cazip gelmesinin arkasında çok önemli, çok derin bir sebep var.
***
2. Dünya Savaşı sonrası Japonya’yı işgal eden Amerika, bu ülkeyi daha iyi anlayabilmek için bir dizi araştırma yaptırdı. Araştırmacılardan biri, ünü sosyolog ve antropolog, Ruth Benedict’ti.
Benedict’in Türkçede de ‘Krizantem ve Kılıç’ adıyla çıkan kitabı, Japon halkının ‘utanç kültürü’ diye adlandırılan bir kültüre sahip olduğunu, Batılı Amerikalıların ise ‘suç kültürü’nden geldikleri için bu ‘utanç kültürü’nü anlayamayacaklarını söylüyordu.
Sadece Japonlar değil, çoğu Asyalı halk, bana göre Türkler de utanç kültürüne mensuplar.
Kabaca söylemek gerekirse, ‘utanç kültürü’ geçmişin suç ve kabahatlerinin çok konuşulmamasını arzulayan bir kültür. Oysa Batılıların ‘suç kültürü’ suçun veya kabahatin yüze vurulmasını, bir daha aynı suçun veya kabahatin işlenmemesi için bundan ders çıkarılmasını, suçlu veya kabahatli yaptıklarının cezasını çekmeden suçun veya kabahatin etkilediği insanların rahat edemeyeceğini varsayan bir kültür.
Bu son yüzleşmeler, ‘utanç kültürü’nün yerine acaba ‘suç kültürü’nün ülkemizde ağır ağır yayılmakta olduğunu mu gösteriyor?
Bazı şüphelerim var.
Bulgaristan’daki Türkler neden suçlamadı?
BU ‘utanç kültürü’-’suç kültürü’ konusunda benim hep kullandığım örnek, komünizm sonrası Bulgaristan’ındaki Türklerin durumu.
Türkler, komünizm döneminde Bulgaristan’da en büyük baskılara uğrayan etnik topluluktu. Dinlerinden ve isimlerinden vazgeçmeleri istendi, dilleri baskı altına alındı, dinlemeyenler Türkiye’ye sürüldü, toplama kamplarına kapatıldı, işkence gördü, tutuklandı.
Bulgaristan’da komünizmin sona ermesinin ardından, eski rejimin günahları için bir dizi ‘Gerçeklerle Yüzleşme Komisyonları’ kuruldu. Bu komisyonlarda, insanlar işkencecileriyle yüzleştiler, o işkenceci özür dileyip pişmanlığını belirtir, işkenceye uğrayan da onu affederse cezalar ya tamamen kaldırıldı ya da affedildi.
Bugün Türkiye’nin Paris Büyükelçisi olan Tahsin Burcuoğlu o dönemde Bulgaristan’da görev yapmıştı, hem de bir hayli uzun süre. (Sanıyorum o yüzden Burcuoğlu’nun bakanlıktaki lakabı da ‘Bulgar Tahsin’e çıkmıştı.) Bir seferinde kendisinden dinlemiştim, Bulgaristan’da baskıya uğrayan bütün gruplar bu komisyonlara aktif olarak gitmiş, işkencecisiyle yüzleşmişti ama Türklerden katılım çok çok az olmuştu.
Acaba Türkler neden kendilerine karşı işlenen suçları yapanlarla yüzleşmek istememişti?
Tabii burada hiç de bilgili olmadığım bir alana, psikolojinin alanına da giriyorum ama, belki de kendi başlarına geleni yeniden yaşamak istememek kadar o başlarına gelenin duyulmasını istememek de rol oynamış olabilir bu davranışta.
Ruth Benedict de kamplarda tutulan Japon savaş esirlerini gördüğünde çok şaşırmıştı. Çünkü bu genç Japonlar, bırakın ailelerini görmeyi istemeyi, onlara hayatta olduklarına dair bilgi bile göndermiyorlardı.
Utanç kültürü, güçlü ve köklü bir kültür.
‘Suç kültürü’ yaygınlaşıyor diye sevinmek mümkün mü?
BENİMKİSİ bir varsayım: Önce Türkiye’de hakim kültürün Ruth Benedict’in Japonya’da gözlediği ‘utanç kültürü’ olduğunu varsayıyorum. Ardından da artık bu kültüre değil Batının ‘suç kültürü’ne mensup bireylerin de toplumumuzda yaygınlaştığını öne sürüyorum.
Bir kere bir yanlış anlama ihtimalini ortadan kaldıralım: Bu kültürlerden (ve herhangi bir kültürden) birinin diğerinden daha ‘iyi’ veya ‘ileri’ olduğu söylenemez.
Kültür dediğimiz şey çok geniş bir alan ve dışarıdan dayatmayla değil toplumların kendi içinden gelen doğal etkilerle değişip dönüşen bir şey. O yüzden bir kültürün diğerinden daha iyi ya da ileri ya da geri olduğu söylenemez, çünkü bireyler kültür tercihi yapamaz, istemese de içinde büyüdüğü kültüre mensup olurlar sonunda.
Bu küçük ama benim boyumu çok aşan izahatı bitirdikten sonra konumuza dönelim:
Ülkemizde ‘utanç kültürü’nün bana göre en somut yansıdığı olay Ermeni meselesi.
Anadoluda dolaştığınızda Ermeni meselesinin aradan kuşaklar geçmiş olmasına rağmen unutulmamış ama hemen hemen hiç konuşulmayan bir olay olduğunu rahatça gözlüyor insan. Çünkü toprak hiç unutmuyor. Ermenilerden sonra o toprağa yerleşen insanlar da kendilerini bir biçimde iğreti hissediyorlar orada.
Türkiye’nin, toplumumuzun 1915 Ermeni olaylarıyla yüzleşmesini, bu topraklardan Ermenilerin silinmiş olması nedeniyle özür dilenmesini isteyen ve giderek büyüyen bir akım var ama hakim kültür ‘utanç kültürü’ olduğu ve bu mesele de çok derin bir utanca dayandığı için ben ümitsizim açıkçası.
Şimdilik konuştuklarımız, bir siyasi kesimin utancının diğer siyasi kesim tarafından yüze vurulması.
Bu yüze vurma, o utanca sebep olan olayların açtığı yaraları ne kadar iyileştiriyor, orası biraz şüpheli işte.
Paylaş