Paylaş
O sırada bir yurt gezisinde olan Cumhurbaşkanı Özal, hemen basılan karakola gitmeye karar veriyor, ertesi sabah da Diyarbakır üzerinden buraya ulaşıyor.
Tabii Cumhurbaşkanı gidince Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı ve bölgedeki Asayiş Kolordusu’nun komutanı da onunla birlikte karakola geliyor.
Cumhurbaşkanı ve beraberindekilerle komutanlar karakola vardığında havada hâlâ barut kokusu var, helikopterler hâlâ şehitleri ve yaralıları taşıyor.
Karakolun bahçesinde Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş kapsamlı bir brifing veriyor Cumhurbaşkanı’na. Bu, tarihi bir brifing.
* * *
Doğan Güreş, yanında durulan karakol dahil Irak sınırı boyunca uzanan karakolların neden savunulamayacağını anlatıyor uzun uzun ve sonra da çözümü söylüyor: Bu dağlardan ya geri çekileceğiz ya da ileri gideceğiz.
Geri çekilmek gibi bir seçenek olmadığına göre komşu Irak topraklarında adı konmamış bir işgalin başlatılması, PKK için bir güvenlik kuşağının yaratılması kararlaştırılıyor.
Bu arada başka bir şey daha oluyor, Genelkurmay Başkanı brifingi tarihi yapan askeri strateji değişikliğini de anlatıyor ve bir anlamda onay alıyor. Artık Türk Silahlı Kuvvetleri sabit karakollarla savunma yapmayacak, tam tersine saldırgan ve alan hâkimiyetine dayalı bir strateji izleyecek.
Bu kararın acı sonuçları var. En iyi hatırlananı köy boşaltmalar. Birkaç yıl içinde bölge kırsalı neredeyse insansızlaşıyor; direnenlerin köyleri yakılıyor yıkılıyor, insanlar gönülsüz bir sürgüne gidiyorlar.
İkinci önemli acı sonuç, askeri terminolojide ‘preemtive’ yani ‘önalıcı’ olarak adlandırılan savaş doktrininin yarattıkları. Bu doktrin sadece kırsal alanda PKK’ya karşı kullanılmadı, aynı zamanda ‘terörü destekleyen maddi manevi her şey’ denilerek, faili meçhul cinayetlere, itirafçıların başrolde olduğu kirli işlere, ‘mafyaların mafyası’nın yaratılmasına neredeyse yol açacak olan olaylara, kısaca ‘Susurluk’a da yol açtı.
O yüzden, ‘Susurluk’ dediğimiz şeyin temelinde (daha sonra ortaya çıkacak olan Ergenekon’un da temelinde yer aldığı gibi) PKK ile mücadelede sapılan yan yollar, kirli yollar var.
* * *
Bu teorik sayılabilecek girişi ve çerçeveyi kuruyorum ki, bundan sonra bu konuda yazacaklarımda aynı şeyleri tekrar etmek zorunda kalmayayım. Konuyla ilgilenenlerin, bunu akılda tutmasında yarar var.
Doğan Güreş’in tarihi brifingine dönecek olursak... Bu strateji belki Özal’ın Cumhurbaşkanlığı, Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde çizildi ama uygulamaya geçmesi için Tansu Çiller gibi hevesli bir başbakanın göreve gelmesi beklendi.
Çiller döneminde oluşan güvenlik ekibi, bu stratejiyi sadece kırsalda değil kent merkezlerinde de uyguladı, ‘Bin tane operasyon yaptık’ lafları boşuna söylenmedi. Yapılan operasyonlar suçu önleme ve suçluyu yakalama operasyonları değil büyük ölçüde karşıdakini yok etmeye dayalı infaz operasyonlarıydı.
Maalesef o dönemde devletin güvenlik güçleri çok sayıda infaz gerçekleştirdi. Üstelik bu infazların bir bölümünün PKK ile mücadeleyle ilgisi bile yoktu.
‘Önalıcı savaş doktrini’nin tarihi
TÜRK kamuoyu bu kavramı büyük ölçüde 11 Eylül saldırıları sonrası Amerikan Başkanı Bush’un açıklamalarıyla öğrendi ama aslında kavramın tarihi daha eskiye dayanıyor. İlk olarak İngiliz ordusunun Malezya’daki isyanı bastırırken uyguladığı bu doktrini daha sonra İngiliz polisi ve askeri özel kuvvetleri (SAS) IRA’ya karşı da kullandı, bazı militanlar takip edildi, tam eylem yapmak üzereyken yakalanmak yerine öldürüldü. Türkiye de aynı taktiği hem PKK’ya hem de DHKP-C’ye karşı kullandı. İsrail aynı şeyi uzun süre yaptı, yapmaya devam ediyor. Türkiye’nin bugün PKK ile mücadelesinde kırsalda uygulanan savaş taktiği hâlâ bu.
Tarihe geçmeye hevesli bir başbakan: Tansu Çiller
TURGUT Özal’ın ölümü ve ardından Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olmasıyla, daha birkaç yıl önce davet üzerine siyasete girip bakan olmuş bir isme, Tansu Çiller’e başbakanlık yolu açıldı.
Çiller, ilk başbakan olduğunda, doğru bir teşhisle Kürt sorununu çözmeye niyetlendi, hatta bir sefer gazetecilere ‘Bask modeli’nden bile söz etti.
* * *
Hoş Bask modeli zaten başarılı bir model değildi, bölgede terör geniş özerkliğe ve bölgesel parlamentoya rağmen hâlâ bitmemişti ama işler daha oraya varamadan kesildi. Tansu Çiller, eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ‘Bir MGK’ya katılsın, askerle tanışsın, görürüz biz Bask modelini’ demesindeki gibi, askerle tanıştı ve Bask modelini bir daha ağzına almadı.
Onun yerine, askerin maddi talepleri hızla karşılanmaya başlandı. Gece görüş dürbünlerinden saldırı helikopterlerine ve diğer silah ile mühimmata kadar her şey sağlandı, köy boşaltmalar, yani Kürt nüfusun bir bölümünün tehciri dahil işleri yapması için askere geniş bir hareket alanı bırakıldı.
Ama hepsi bu değildi. PKK ile mücadele sadece kırsalda yapılmayacaktı. Çiller’in Emniyet Genel Müdürü yaptığı Mehmet Ağar da Genelkurmay’a paralel bir strateji oluşturulmasında rol aldı. Bu amaçla ABD’ye, İngiltere’ye, İsrail’e gidildi, tecrübeler toplandı.
Ağar’ın geliştirdiği strateji, terörün maddi-manevi kaynaklarını da kesmek, terör örgütünü ve onun destekçilerini ümitsizliğe sürüklemek yöntemlerinden oluşuyordu. Yani, dünyanın bütün ‘isyanla mücadele’ el kitaplarında yazılanlar.
* * *
Aynı kitapların bazılarında bu mücadelenin resmi güç dışında paramiliter güçlerce yürütülmesi ve gerektiğinde bu paramiliter güçlerin devlet tarafından inkâr edilebilmesi de yazılı.
Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, ‘Drej’ Ali gibi isimler ve daha başkaları böyle devşirildi, hepsi de aranan suçlular olan bu kişilere silah taşıma yetkisi, polis önünde dokunulmazlık vs. verilip onlardan kirli operasyonlar düzenlemeleri istendi, operasyonlar planlandı, infazlar gerçekleştirildi.
Ama durun, hemen oraya gitmeyelim. Bugün bir başlangıç yapıyoruz, daha teorik temelde sürdürelim anlatımımızı.
Geliştirilen bu yeni ve bir hayli karanlık güvenlik stratejisi sonunda ortaya ‘PKK’ya destek olan Kürt işadamları’ listesi çıktı. Üstelik listenin varlığı bizzat Başbakan tarafından, Tansu Çiller tarafından açıklandı.
Kirli savaş öyle başladı.
Haftaya devam edelim.
Paylaş