Paylaş
Kasabanın hemen dışındaki hâkim mevkideki tepe IŞİD (veya İD) eline geçtiğinden beri Kobani’de sık sık sokak çatışmaları da yaşanıyor. IŞİD’in ağır silahlarını o tepeye getirmesi an meselesi ve o zaman kasabanın halinin daha da kötüleşeceği belli.
Bu insani dram, sınırımızın hemen öteki tarafında, gözle görünür, kulakla duyulur bir mesafede yaşanıyor.
Sınırın öteki tarafı deyip geçmemek lazım, Kobani ve çevresindeki köylerde yaşayan, şimdi ezici çoğunluğu Türkiye’ye göçmek zorunda kalmış olan Kürtlerin hemen hemen tamamı zamanında Türkiye’den o tarafa geçmiş veya yapay sınır çizgisi çekilirken öteki tarafta kalmış olanlar. Yani, sınırın ‘öteki’ tarafı ile ‘bu’ tarafı arasında insani anlamda bir sınır falan yok esasen; çoğu insan ister ‘öteki’ tarafta olsun ister ‘bu’ tarafta, birbiriyle akraba.
Bu akrabalık/yakınlık hali yaşanan dramı daha da yıkıcı hale getiriyor.
İnsanlar Türkiye’ye, kendi hükümet ve devletlerine öfke duyuyor. Bence haksız da değiller.
Üç haftayı geçmek üzere IŞİD’in Kobani saldırıları. Ve Türkiye, mesela Şüleyman Şah Türbesi tehdit altına girdiğinde yaptığı gibi, IŞİD’e yönelik bir uyarı açıklaması bile yapmadı; ‘Burada etnik temizliğe girişme, yoksa karşında beni bulursun’ demedi; topçusuyla helikopteriyle IŞİD’e karşı caydırıcılığını göstermeye bile kalkmadı.
İnsan ister istemez düşünüyor: Acaba Kobani bir Kürt yerleşimi değil de Türkmen yerleşimi olsaydı, hükümetimizin politikaları aynen bugünkü gibi mi olurdu?
İşin Kobani ile ilgili kısmı bu ama bir yandan da büyük resme, Irak ve Suriye’nin geleceğine bakmalıyız.
Kobani’de IŞİD’e müdahale etmeyen Türkiye’nin şimdiden işledikleri insanlık suçları kocaman dosyaları doldurmuş olan bu örgütle gelecekte komşu olmaya istekli olduğunu herhalde kimse söyleyemez.
Kobani’de tanık olduklarımız, belki Türkiye zamanında caydırıcılığını gösterseydi bugün yaşanmamış olurdu ama Türkiye’nin bugün görmek zorunda ve ona göre hareket etmek mecburiyetinde olduğu büyük resim değişmezdi. IŞİD bölgedeki konjonktürel tehdidin adı; esas büyük tehdit burnumuzun dibinde belki on yıllar sürecek devletsizlik ve kaos ortamı.
Tam da bugünlerde Amerika arkadan itiyor, bir kısım Türk medyası gazı veriyor diye Türkiye savaşa mı girecek, Suriye’yi işgal edip burada ‘düzen kurucu’ mu olacak?
Esas sormamız gereken soru budur. Elbette, Kobani’yi, orada yaptığımız siyasi hatayı hiç unutmadan.
Amerika’nın bıraktığı boşluğu Türkiye doldurabilir mi?
İSTER beğenin ister beğenmeyin, isterseniz suçlayın isterseniz konudan söz bile etmeyin ama 2008 yılında Barack Obama’nın Amerika’ya başkan seçilmesi, bizi ilgilendiren çok önemli sonuçlar üretti.
Bu sonuçlar öyle ansızın ortaya çıkmadı. Obama da, yardımcısı Biden da Irak ve Afganistan’daki savaşlara karşıydı. Obama-Biden ikilisinin temel dış politika vaadi, Irak’tan ve Afganistan’dan çekilmekti. Sonra bunu önemli bir strateji değişikliğiyle birlikte açıkladı da Obama: Amerika için artık dünyanın merkezi Avrupa ve Ortadoğu değil Pasifik havzası olacaktı.
Avrupa ve Ortadoğu’dan çekilmeye başladı Amerika.
Avrupa’da doğan güç boşluğunu Rusya kendi zorbalığıyla dolduruyor, Avrupa Birliği ABD’nin yerini tutamadı işte.
Ortadoğu’daki boşluğu ise Türkiye doldurmaya yeltendi belki ama olmadı. Şimdi o boşlukta IŞİD dahil pek çok örgüt cirit atıyor. Amerika’nın bıraktığı stratejik boşluğu doldurma, bölgeye ağabeylik ve polislik yapma olasılığı Ankara’da birilerine çekici geliyor olabilir ama tam da hırsın aklın önüne geçmemesi gereken günlerdeyiz.
Girmek kolay, ya orada kalması ve sonra çıkması?
İLLA askeri terimlerle konuşacaksak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye girmesi, IŞİD’i askeri olarak ezmesi, hatta bütün ülkeyi işgal edip Esad ve Baas rejimine son vermesi çok da zor değil belki.
Ama esas zorluk, girdiğimizin ertesi günü, orada kalma konusunda yaşayacaklarımız. Sanıyor musunuz ki, Türk ordusunu Suriye’de elde çiçekle karşılayacaklar, hiç direniş olmayacak, Türkiye kısa zamanda orada bir ‘adil düzen’ oluşturup sonra da hemen geri dönecek?
Savaştan, üstelik de belki on yıllarca barışı olmayacak bir savaştan söz edildiğini kimse göz ardı etmemeli. Hükümet çok zor bir kararın eşiğinde ve bu karar verilirken hayallerle değil gerçeklerle hareket etmek gerek.
Paylaş