PaylaÅŸ
Eşim, aldığı bir giysiyi iade etmek istedi. Mağaza iade almamak için önce direndi. Ama ertesi gün arayıp o ürünü geri alacaklarını söylediler.
Akşam vakti, İstanbul’un büyük alışveriş merkezlerinden birindeki mağazaya gittik ama ummadığımız bir şeyle karşılaştık. Mağaza görevlileri getirdiğimiz giysiyi kokladı, ‘Bu parfüm kokuyor’ dedi. Bize yalan söylediğimiz ima edildi, hatta ‘Etiketi elbisenin üzerinden söküp elbiseyi giydiğimiz, sonra etiketi yeniden yerine taktığımız’ bile söylendi.
Bu denli hakarete uğrayınca dayanamadım, daha o anda twitter sosyal paylaşım ağından başımıza gelenleri yazmaya başladım, hatta firmanın adını da verdim.
* * *
Tabii derhal Türk usulü torpil işledi. O gece, yurt dışında ailesiyle tatilde bulunan firmanın sahibi telefon numaramı bulup bana mesaj geçti, ertesi gün sorunumuzun hallolacağı söylendi. Ve oldu da.
Ama ben hiç mutlu olmadım. Elbette kişisel sorunun ortadan kalkması bir şey ama bir önceki geceki twitter mesajlaşmalarından bu konuda dertli çok sayıda insan olduğu belli oluyordu. Özellikle iade veya değiştirilmek istenen ürünün koklanması, müşterinin aşağılanması çok yaygın bir uygulamaydı.
Bunun üzerine twitter üzerinden, ‘sınırsız iade hakkı’ başlıklı bir tartışma başlattım. Buna da inanılmaz katılım oldu, binlerce insan dertlerini paylaştı, tartışmaya katkıda bulundu, hatta bu tartışma başlığı o gün twitterde en çok konuşulan konu oldu.
Mesele şu: Türkiye’de Tüketicileri Koruma Kanunu, sadece ayıplı ürünlerin iadesini emrediyor, beğenmediğiniz veya almaktan vazgeçtiğiniz şeyleri iade edemiyorsunuz.
Oysa, örneğin Amerika’da, bir ürünü iade etmek istediğinizde çoğunlukla size soru bile sormazlar. Başıma geldi de biliyorum, bir önceki moda sezonuna ait ürünleri bile değiştirebildim, iade edebildim.
* * *
Türkiye’de de bazı firmalar, şirket politikası olarak, belirli ürünleri hiç soru sormadan iade alıyorlar. Ama bu şirketlerin sayısı yetersiz.
Bana göre, Sanayi Bakanlığı üzerinde yeterince baskı oluşturulursa, Tüketicinin Korunması Kanunu değiştirilebilir ve firmaların sattıkları ürünü belirli bir süre içinde soru sormadan geri alması yasal bir zorunluk haline getirilebilir.
İleri demokrasi biraz da bu ‘küçük’ meselelerin biz vatandaşlar lehine çözüldüğü düzenin adı olsa gerek. Güçsüzü güçlü karşısında koruyan sisteme ‘ileri demokrasi’ demek gerek.
Sifonun bozulsun gör başına neler gelir...
KİŞİSEL dertlerim gibi gözüküyor ama değil; benim başıma gelenler hergün binlerce insanın başına geliyor, insanlar çaresizce dertlerine derman arıyor.
Alın size bir ‘küçük’ mesele: Evinizdeki tuvaletin sifonu bozuldu, ne yapacaksınız?
Cevap basit gibi duruyor: Bir tesisatçı çağırır tamir ettirirsin.
Hayır öyle değil. Tesisatçı eve gelir, sifona bakar, ‘Abi bu bozulmuş, bunun iç takımının yenisini almak lazım’ der.
Peki alalım. Hayır, o da o kadar kolay değil. Bir kere, Türkiye’nin gururu niteliğindeki dev vitrifiye firması bu iç takımı size satmaz, onlar olsa olsa bir bütün olarak sistemi satarlar.
Peki sadece iç takımı nereden alacağım? ‘Sizi servise yönlendirelim’ derler. ‘Servis’ denen aslında bir başka tesisatçı. Ama malzemeyi elinde tutan, bir nevi tekel hakkı bulunan bir tesisatçı.
Peki o tekel hakkı nasıl kullanılır? Basit sandığınız ama ‘servis’ fazla meşgul olduğu için üç gün sürüp size tuvaletinizi kullandırtmayan arıza sonunda 150 liraya giderilir.
Acaba ‘arıza’ neden çıkmıştır? ‘Servis’ görevlisi açıklar: Bu malzeme plastik olduğu için zamanla bozulur, çok değiştiriyoruz biz bu malzemeyi.
Benim size tavsiyem, evinize şık duruyor diye gömme rezervuar ve sifon yaptırmamanız.
Evinizi yaptırırken etrafınızda pervane olan satıcılar mesele tamirata, arızaya, ürün değiştirmeye gelince bir anda kayboluveriyorlar.
Peki kime sığınacağız böyle bir durumda? Bizim haklarımızı kim nasıl savunacak? Bir hakkımız var mı?
İl ve ilçe tüketici kurulları çok işe yarıyor ama...
HÜRRİYET Ekonomi’nin meşhur ‘Tüketicinin Erkan Abisi’ Erkan Çelebi’nin yerine göz diktiğim yok ama twitter üzerinden birkaç gün süren ‘Tüketicinin İsmet Abisi’ rolümde, il ve ilçelerdeki Tüketici Kurulları’nın çok işe yaradığını, çok fonksiyonel olduğunu öğrendim.
Bana söylenen, bu kurulların genellikle şikayeti tüketici lehine çözdükleri yönünde. Ama son verdiğim örneği hatırlayın: Bir firma, zaten üç-dört yılda bozulması büyük olasılık olan bir malzemeyi üretip satıyor. Bu firmaya ne yapacaksınız?
Elbette hiçbir şey sonsuza kadar çalışmak üzere üretilemez ama ömrü sınırlı malzemeyle üretilmiş ürünlerin paketinin üzerine bu durumun açıklanması gerekmez mi?
‘Küçük’ meseleleri çözmeyen ‘büyük’leri çözse ne fark eder?Â
BEN ‘mega’ siyaset veya ‘meta’ siyaset diyorum, mesela Anayasa uzlaşması konusuna, mesela yeni Bakanlar Kurulu’nun ‘karakter analizi’ne, mesela Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki günkü sözlerinde ‘yumuşama’ belirtisi aranmasına.
Bunlar da önemli kuşkusuz ama siyasetin esas amacı insan mutluluğunu ve refahını arttırmak değil midir? İşte o mutluluk ve refah, mega veya meta meselelerden geçtiği kadar, hatta belki daha da fazla bugün köşemde yer verdiğim türden ‘mikro’ meselelerden de geçiyor.
‘Mikro’dur diye konuları küçümsememek gerek.
PaylaÅŸ