Paylaş
Türkiye’nin kalkınması yazması basit ama uygulaması hiç de kolay olmayan bir formülle gerçekleşecek, başka türlü değil: Önce biliminiz olacak; bu bilimi teknolojiye ve tasarıma çeviren mühendisleriniz olacak; o mühendislerin ürünlerini üretip pazarlayacak girişim sermayeniz olacak.
Bu üç halkalı zincirin halkalarından herhangi biri eksikse veya zayıfsa sistem işlemez; çünkü çok bilinen laftır, ‘Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür’.
Ancak zincirimiz güçlüyse katma değeri yüksek mallar üretip dünyaya ve kendi halkımıza satabilir; ancak yüksek katma değerli ürünlerle refahımızı bugün olduğu seviyenin üzerine çıkarabiliriz.
Yoksa, geçen yıl olduğu gibi, doların fiyatı yükselir, biz de birdenbire fakirleşiriz.
HER HALKA BİZDE AZICIK VAR!
Türkiye’de bu zincirin her üç halkası da fazlasıyla zayıf.
Ne yeterli girişim sermayesi var; ne yeterince çok sayıda ve yeterince yaygın alanda çalışıp teknoloji üreten ve tasarım yapan mühendise sahibiz; ne de bilimimiz yeterli.
Tabir caizse her üç alandan da ‘azıcık’ var bizde; olduğu kadarıyla elbette övünüyoruz ama yeterli değil.
Önceki sabah Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından ilan edilen yasa tasarısı, bu zincirin ortadaki halkasına, yani teknoloji ve tasarım üretme halkasına hitap eden önemli bir girişim.
Yasa tasarısını da inceledikten sonra önümüzdeki hafta bu zincirin bilim halkasını güçlendirmek için neler yapılabileceği hakkında bir yazı yazmaya hazırlanıyordum ki, ülke bilimini hayli geri götürme potansiyeli taşıyan bir polisiye işlem dün sabahın erken saatleri itibarıyla başladı.
Ben, tabii yazabilsem, bilimde uluslararası işbirliklerinin öneminden söz edecektim daha çok ama dün sabah itibarıyla çok daha temel bir konuya, bilimin a-be-ce’sine dönmek zorunda kaldım.
‘SAÇMALAMA, İŞİNDEN OLURSUN’ MESAJI
Bir ülkenin üniversitesinde bilimsel düşünce pratiği yoksa, o ülkede bilim de yapılamaz.
Bilimsel düşünce pratiği dediğimiz şey de, en ucunda saçmalama özgürlüğüdür.
Evet, saçmalama özgürlüğü.
‘Bilimsel düşünce’ sadece düşünceyi ifade özgürlüğünden ibaret değildir.
Söylemeye çalıştığım gibi saçma görülen fikirler, çalışmalar, araştırmalar da bilimsel düşüncenin olmazsa olmazıdır.
Türkiye’de bir grup akademisyenin bazılarınca saçma, hatta kötü niyetli bulunan bir metne imza atmış olmaları, onların polis marifetiyle evlerinden alınmasına ve kısa zaman içinde de akademyadaki işlerinden olmalarına yol açacaksa, bu durumu onlar gittikten sonra üniversitede kalmaya devam edeceklere nasıl izah edeceğiz?
Nasıl bir mesaj veriyoruz bilim yapıp ülke kalkınmasına ve insanlığa katkı sağlamasını beklediğimiz geri kalan bilimcilere?
‘Saçmalamayın, uslu olun, yoksa işinizden ve özgürlüğünüzden olursunuz...’
Oysa bilim saçmalayanlar sayesinde ilerler.
Birileri saçmalar, diğerleri ‘Yahu sen saçmalıyorsun, doğrusu şu’ der...
NEWTON DA SAÇMALIYORDU
Galilei dönemin muktedirlerinin gözünde açıkça saçmalıyordu, Güneş’in Dünya’nın etrafında değil Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü söylerken. Onu da hapse atmaya kalktılar.
Isaac Newton, huysuz ve geçimsiz adamın tekiydi, yıllarca kendisine tahsis edilen evden bile çıkmadan, tek bir öğrenciye ders vermeden çalışmasaydı, meşhur ‘Principia’sını yazamazdı.
Yazdığında bile bunu yıllarca yayımlamadı; adını bir kuyrukluyıldızdan bildiğimiz Edmond Halley onu zorladı da kitap basıldı.
Üniversitesi, evinden çıkmayan, yayını olmayan, ders vermeyen bu adama yıllarca maaş ödedi.
Amerikalı Nobel’li fizikçi Richard Feynmann, ilk atom bombasının yapılmaya çalışıldığı Manhattan Projesi’nde çalışıyordu ve gizlice herkesin odasına girip onların gizli kasalarını açıyordu.
Onu işten atıp tutuklasalar bugün kuantum mekaniğinin en önemli parçalarından biri olan ‘Feynmann diyagramları’ belki de olmayacaktı, beraberinde hayatımıza giren inanılmaz teknoloji de...
Barış istemek, bunu yaparken de savaşı başlatan esas unsur olan PKK’ya tek laf etmeden devleti suçlamak, saçmalamaksa, bırakın saçmalasınlar.
Saçmalama özgürlüğü olmayan üniversitede bilim de olmaz çünkü.
Paylaş