Oğlumun sorusuna cevap: Işıktan hızlı hareket edebilir miyiz?

GEÇEN pazar anlatmaya başlamıştım, bugün bitireyim.

Haberin Devamı

Sabahları 9 yaşındaki oğlumu okuluna ben bırakıyorum. 15-20 dakikalık bu otomobil yolculuğunda da, futboldan uzaya, deniz canlılarından otomobil plakalarına kadar çok sayıda ve değişen konularda sohbet ediyoruz.
Çocuk dediğiniz merak eden ve bu merakıyla çevresini keşfetmeye, anlamlandırmaya çalışan bir varlık. Bütün çocuklar böyle ve hepsi onlarca farklı konudan yüzlerce soruyu art arda sıralayabilir.
Önceki hafta bir sabah sohbetimiz dünyanın özel bir konumu olup olmadığından başladı ve uzayda bizim dünyamız gibi başka gezegenler olabileceği varsayımına kadar geldi.
O noktada oğlum, ‘Peki bilmiyor muyuz öyle gezegenler olup olmadığını’ diye sordu. Bilmiyorduk, çünkü o yıldızlar ve onların etrafındaki gezegenler çok uzaktaydı. Oralara gidebilmek için ışıktan bile hızlı seyahat etmek gerekiyordu ama edemiyorduk.
O da sordu: ‘Neden ışıktan daha hızlı gidemiyoruz?’
Bence çok güzel bir soru. Cevabıma, herhangi bir nesne veya bilgi ışıktan hızlı giderse neler olabileceğini anlatmaya çalışarak başladım.
‘Mesela’ dedim, ‘Seninle konuşurken çıkardığım seslerin ışıktan bile hızlı gittiğini varsay. O zaman sen ben daha ağzımı bile açmamışken benim konuştuğumu duyarsın.’
Meşhur örneği anlattım. Ayşe, Ali’ye aşık ve onunla evlenmek istiyor ama evlilik teklifi Ali’den gelsin istiyor. Ve sahiden de Ali ona evlenme teklif ediyor. Ayşe teklife o kadar seviniyor ki, ‘Evet seninle evlenirim’ cevabını ışıktan hızlı mesaj gönderen cep telefonuyla veriyor. Ve Ali, Ayşe’den gelen ‘Evet seninle evlenirim’ cevabını daha ona evlenme teklif dahi etmemişken alıyor.
Yani, ışıktan hızlı seyahat ‘nedensellik’ ilkesini ortadan kaldırırdı. Daha nedeni meydana gelmeden sonuçların ortaya çıktığına tanık olurduk ışıktan hızlı seyahatte.
Tabii bir de zamanda geriye doğru gitme efekti oluşurdu, Ali-Ayşe vakasında olduğu gibi.
‘Tamam da baba neden böyle’ diye üsteledi oğlum.
Onun seviyesini aşacağını bile bile Einstein’ı ve özel göreliliği anlatmaya başlamak zorunda kaldım.
Görelilik, bundan 100 yıl önce çok ama çok zor kavranabilen, hatta tam olarak kavranamayan bir konseptti ama bugün 9 yaşında çocuğa bunu kolayca anlatabiliyoruz. Evrende hiçbir şeyin sabit olmadığı, her şeyin bir diğerini referans alarak konumlanabileceğini vs anlatmak zor olmadı.
Zor olan, evrenimizi açıklayan en temel denklemi, E = mc2’yi anlatabilmekti. Enerji ile kütlenin birbirine çevrilebilirliğini yani.
Elde kağıt kalem olmadan açıklamak imkansızdı ama yine de, herhangi bir kütlenin ışık hızına kadar hızlandırılabilmesi, hatta ondan daha hızlı yolculuk yapmasının sağlanabilmesi için sonsuz miktarda enerji gerektiğini anlatmaya çalıştım.
‘Peki ışık ne kadar hızlı’ dedi. Saniyede yaklaşık 300 bin kilometre yol alıyordu ışık. Mesela güneşten gelen ışığın bize ulaşması 8 dakikayı buluyordu. Güneşimizden başka bize en yakın yıldız yaklaşık 4.2 ışık yılı uzaktaydı. Yani ışığın 4.2 yılda gideceği mesafedeydi.
‘Demin zamanda geri gidildiğini söyledin’ dedi. Evet söylemiştim, keşke söylemeseydim. Aslında o da göreliydi. Işık hızına yaklaşıldıkça zamanın akışı da yavaşlıyordu, eğer ikiz kardeşlerden biri ışık hızına yakın bir hızda (mesela ışık hızının yüzde 80’i) giden bir rokete biner, diğeri dünyada kalırsa, roketteki için bir hafta süren bir yolculuk dünyada kalan için çok ama çok daha uzun sürerdi. Roketten inen kardeş, ikizini yaşlanmış olarak bulabilirdi.
Konu onu büyülemiş gibiydi.
‘Biz ışık hızını geçemiyorsak başkaları da geçemez. O zaman uzayda başka canlılar olup olmadığını hiç bilemeyeceğiz’ dedi en sonunda.
Bu son cümleler aklımı başımdan aldı.

Yazarın Tüm Yazıları