Paylaş
Bugün sözünü etmek istediğim şey, bazı tutukluların illa da tutuklu kalmaya devam etmesi için gösterilen özel çaba, o isimlere yönelik özel cezalandırma biçimi.
Başka pek çok ismi seçebilirim ama bugün ben de ‘özel muamele’ yapıp tanıdığım iki isimden, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’dan söz edeceğim.
Her iki ismi de tanırım, birlikte çalıştım. Balbay’la her zaman selamımız sabahımız oldu, Tuncay Özkan’la ise son olarak bazı tatsızlıklar yaşadım, o bana televizyon canlı yayınında hakaret etti, ben hayatımda ilk kez birisine, yani ona dava açtım, kazandım.
Ama bugün yazacaklarımın bu geçmişimizle ilgisi yok.
* * *
Her iki ismi de, kamuoyu yakından biliyor, Ergenekon davasının ‘şüpheli’si olarak ve tutuklu yargılanıyor. Balbay’ın tutukluluğu 1000 günü aştı, Tuncay Özkan ise 1200 güne doğru gidiyor.
Bu iki ismin baştan itibaren neden tutuklu olduklarını anlayamadığım gibi hâlâ tutuklu olmalarını anlamakta da güçlük çekiyorum.
Aynı davada onlarla birlikte yargılanan ve üstelik haklarında çok daha ağır suçlamalar olan, silahlı külahlı işlere karışmışlıkları bulunan başka şüphelilerin tutukluluk hallerinin sona erdiğini biliyorum.
Böyle kıyaslamalar yapmak yanlış belki, çünkü ilke olarak herkesin tutuksuz yargılanması gerektiğini düşünenlerdenim, ama yine de, aynı davada durumu daha ağır insanlara bile reva görülmeyen bir uygulamanın Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’a reva görülmesi, bence üzerinde durulmayı hak eden bir şey.
İnsan bu duruma bakınca ister istemez düşünüyor: Acaba Balbay ve Özkan özel olarak mı cezalandırılıyor, bir kuvvet onların cezaevinde olmaya devam etmesini özel olarak mı arzuluyor?
Bir sebep şu olabilir: Bu iki isim, Ergenekon davalarının en çok bilinen isimlerinin başında geliyor. Onlar için ulusal ve uluslararası düzeyde protesto kampanyaları yapılıyor. İşte bu sebeple mahkeme üyeleri tersten bir baskı hissediyor, Balbay ve Özkan’ı serbest bırakmaktan çekiniyor olabilirler.
* * *
Bir başka sebep, Balbay ve Özkan’ın cezaevi koşullarında dahi direnmeye devam etmeleri, kitaplar yayınlayarak, yazılar mektuplar yazarak durumlarını protesto etmeleri olabilir. Onların serbest kaldıklarında bu protestolarını çok daha yüksek sesle yapmalarından çekiniliyor olabilir.
Ama görüyorsunuz, aslında bahane üretiyorum. Bu saydıklarımın hiçbiri, iki insanın, henüz hüküm giymemiş, giyip giymeyeceği de belli olmayan iki insanın hayatlarından bin günden fazlasını çalmanın, onları ailelerinden, canları kadar sevdikleri çocuklarından, mesleklerinden ayrı tutulmalarını ‘normal’ yapmaz.
Balbay ve Özkan’ın tutukluluk halleri çoktan sona ermeliydi.
Ocaktaki kestanelere kimse dokunmak istemeyince...
FUTBOLDAKİ şike soruşturması tam olarak ocaktaki sıcak kestane. Kimse onlara dokunmak istemiyor.
Önce UEFA dokunmak istemedi. Fenerbahçe ile ilgili kendisi karar almak yerine Türkiye Futbol Federasyonu’nun sorumluluk üstlenmesini istedi.
TFF önce Fenerbahçe’den rica etti, ‘Siz kendiniz Şampiyonlar Ligi’nden çekilin’ dedi. Fenerbahçe çekilmeyince de UEFA’yı bahane ederek bu takımın Şampiyonlar Ligi’ne katılmasını engelledi.
Şimdi Fenerbahçe UEFA aleyhine dava açınca ortaya serilen belgeler, ocaktaki sıcak kestanelere dokunmama alışkanlığının hâlâ sürdüğünü gözler önüne seriyor.
UEFA kararına federasyonun verdiği veya vermediği bilgiyi gerekçe yapıyor. Federasyon UEFA’yı yalancılıkla suçluyor.
Bu ortaoyunu bakalım ne zaman bitecek.
İbrahim Betil doğrusunu yapıyor, ona destek olalım
BİZ uzun tutukluluk süresini, bu yüzden tutukluluğun cezaya dönüşmesini konuşup duruyoruz ama aslında bu bir sonuç.
O kötü sonucu ortadan gerçekten kaldırmak istiyorsak, o sonucu ortaya çıkaran sebebi ortadan kaldırmalıyız. Ve o sebep de, yargının yavaşlığı.
Bankacılığı uzun yıllar önce bırakan ve kendini sosyal sorumluluk projelerine adayan örnek insan İbrahim Betil, uğraştığı onca işin arasına şimdilerde bir de ‘Adaleti hızlandırmak için protesto kampanyası’nı kattı. Betil, sakalını adalet hızlanana kadar kesmeyeceğini ilan etti.
Betil’in eşi ve çocuğu ne düşünüyor bilmiyorum ama kimseye zararı olmayan bu kampanyayı bence hepimiz desteklemeliyiz. Hepimiz sakal mı bırakırız, başka yaratıcı yöntemler mi buluruz bilmiyorum ama bu ülkede adaletin hızlanması, yargı süreçlerinin sonuca çabuk varması çok önemli.
* * *
Bakın dün Sedat Ergin köşesinde Ergenekon davasıyla ilgili bazı tahminlere yer verdi. En iyimser ihtimalle Ergenekon’da ilk derece yargılamasının 2020 civarında tamamlanmasının beklendiğini söylüyordu Ergin.
2011’in Aralık ayındayız, 2012’nin 19 Ocak’ında bir meşhur katilin tutukluluk hali sona erecek, aramıza katılacak. O katil, Ogün Samast. Evet, Hrant Dink’i öldürmesinin üzerinden tam 5 yıl geçmiş olacak ve bizim yargımız bu 5 yılda Samast gibi işlediği suçu inkar etmeyen biri hakkında bile kesin hüküm tesis edememiş olacak. Ve bu yüzden Samast’ın yargılanması tutuksuz devam edecek.
Sorun Samast’ın tutuklu veya tutuksuz yargılanmasında değil, 5 yılda hakkında bir kesin hüküm tesis edilememiş olmasında. Bunu anlamalıyız.
Bu yılın başında Hizbullah sanıkları 10 yıllık tutuklulukların ardından serbest kalıp sonra da kayıplara karışınca herkes tepki gösterdi. Ama asıl tepki göstermemiz gereken şey, bir davayı 10 yılda bitirememiş, Hizbullah için bile kesin hüküm kuramamış olmamızdı, bunu unutuyoruz.
* * *
Bir sürü adalet reformu konuşuyoruz ama esas konuşmamız gereken şey yargının hızlanması, bunu konuşamıyoruz.
Ahmet Şık, Nedim Şener dahil insanlar savcı tarafından gözaltına alınıp sonra tutuklanıyor ama haklarındaki suçlamaları içeren iddianameleri aylar sonra görebiliyor, 200 küsur gün sonra yargılanmaya başlanıyor.
Aziz Yıldırım ve diğer şike soruşturması şüphelileri aylardır hapiste ama hâlâ haklarında bir iddianame yazılmış değil.
Benim anladığım, eğer bizler de o protestoya katılmaz ve yeterli baskıyı oluşturmazsak İbrahim Betil’in sakalları yerlere kadar uzanacak.
Paylaş