Paylaş
Belki, uzak bir ihtimal ama belki, terör, halen tutuklu yargılanmakta olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un kitabında yazdığı gibi ‘kabul edilebilir seviye’ye indirilebilir.
Nedir o ‘kabul edilebilir seviye’ diye soracak olursanız, inanın bilmiyorum. Ama şunu anlıyorum: Terör tamamen bitmeyecek, azalacak!
O yüzden, kimse kusuruma bakmasın, ‘Kürt sorunu ve teröre çözüm’ alternatiflerini gözden geçirirken, ‘Hiçbir şey değişmesin, PKK buhar olsun kaybolsun’ seçeneğini hiç ele almayacağım.
* * *
Olası bir çözümün bize vereceği son fotoğrafı görmeye çalışmaya, tarafların temel pozisyonlarından başlayabiliriz aslında.
Bizim Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti, ‘Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün’dür. Çoğu insan bu cümleyi ‘Federasyon gibi çözümlere kapıyı kapatan cümle’ olarak yorumlar. Oysa bu doğru değil. Bana göre bu cümlenin tek anlamı şudur: ‘Bu ülkeden toprak alamazsınız. Hele barışçıl yollarla hiç alamazsınız.’
O zaman, en azından şunu biliyoruz: Kürtlerin ayrılık istemeleri ve bunda da ısrar etmeleri, kanlı bir savaşa sebep olur.
Ve yine bu cümleden ötürü şunu da söyleyebiliriz: Türkiye’nin Kürt sorunundaki kırmızı çizgisi ayrılıkçılıktır.
Bugün bulunduğumuz nokta ile ayrılıkçılıktan bir önceki nokta arasındaki bütün arazi de esasen siyasi pazarlığa tabidir.
Sorunun doğası bunu söylüyor.
Peki PKK ne istiyor? Onların maksimum talebi ne?
Hemen baştan söyleyeyim: Bu sorunu bunca yıldır yakından izleyen, PKK’yı yakından izlemeye çalışan biri olarak ben ‘Hayır, PKK ayrılıkçı bir örgüt değil, onların derdi bağımsız Kürt devleti kurmak değil Türkiye’de eşit yaşamak ve siyasi kabul görmek’ diyemiyorum.
Kürt dostlarla, aydınlarla, siyasetçilerle yapılan sayısız toplantıda bunu hep onlara sordum: ‘Ben PKK’nın ne istediğini bilmiyorum, siz biliyor musunuz?’
Evet şu sıralar PKK, ‘Demokratik özerklik’ adını verdikleri bir şeyi istiyor ama bunu da siyasi mücadele yoluyla değil elindeki silahla elde etmeye çalışıyor. Son günlerde ‘halk ayaklanması’ için uğraşıyor örgüt.
Bunlar, PKK’nın niyetlerini belirsizleştiren ve onu güvenilmez yapan unsurlar. Siyasi hedeflerini sık sık değiştiren ama silahtan ve savaştan hiç vazgeçmeyen bir örgüt.
* * *
Peki ama PKK ayrılıkçı ve hatta ‘Ben ayrılıkçı değilim’ dediğinde de güvenilmez bir örgüt diye, Türkiye bu sorunu ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmayacak mı? Yapmamalı mı?
Hem, ‘Kürt halkının yegane temsilcisi PKK değildir’ diyeceksiniz, hem de ‘PKK ayrılıkçılık yapıyor, benim de ona karşı savaşım meşru, başka da bir şey yapmam gerekmiyor’ diyeceksiniz... Burada bir çelişki yok mu?
İlla ‘Kürt sorunu’ ile PKK’yı ayıracaksak, bu ayırma işini negatiften değil pozitiften yapmak gerekmez mi?
Federasyon ve yerel parlamentolar meselesi
KÜRT sorunu bağlamında federasyon formülü zaman zaman gündeme geliyor.
Etnik temelli bir federasyondan söz ediyorsak, o zaman Türkiye’yi bir ‘Türk-Kürt Federasyonu’ olarak düşünüyoruz demektir. Bu, bence Kürtlerin çıkarına değildir.
Öte yandan, federasyon konusu bana göre daha çok idari bir düzenlemedir, demokrasinin gerçekleşmesiyle illa ki doğrudan bağlantılı değildir.
Türkiye geniş coğrafyasıyla tek merkezden yönetilmesi zor bir ülke. Her durumda belli bir ademi merkeziyetçiliğe ihtiyacımız var ama ben bir idari yeniden yapılanma formülü olarak federasyonun yegane yol olduğunu düşünmüyorum.
Bence işin çözümü yerel demokraside, yerel yönetimlerin yetkilerinin ve sorumluluklarının genişletilmesinde.
Temel insan hakları hemen teslim edilmeli
BANA soracak olursanız, ‘Kürt sorunu’ denen şeyin temelde iki bileşeni var: 1. Temel insan hakları ve onların gündelik hayattaki doğal devamı olan şeyler; 2. Siyasi mücadelenin konusu olması gereken siyasi talepler.
Ana dilin öğrenilmesi, eğitim dili olarak kullanılması, gündelik hayatta ve resmi dairelerle ilişkilerde ana dilin serbestçe kullanılması temel bir insan hakkıdır. ‘Ama Fransa şöyle yapıyor, İtalya’da böyle, Danimarka’da şu türlü’ demenin hiçbir anlamı yok.
Kürtler bu ülkede kendilerini eşit hissetmiyor. Zaten eşit ve birinci sınıf da değiller. Bu eşitliğin her türlü aktif tedbirin eşliğinde sağlanabilmesi insanlığın gereği ve temel bir insan hakkı.
Demokrasinin yerelleşmesi, yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının artması sadece Kürtler için değil hepimiz için bir temel insan hakkı iyileşmesi anlamına gelecek.
Anayasamızın barışçıl yollar kullanılarak ayrılıkçılığın propagandasının yapılmasını ve bu fikir üzerine siyaset kurulabilmesini yasaklamaması da bana göre bir temel insan hakkı. Sınırsız ifade özgürlüğü istiyorsak, bu böyle.
Daha da sayabilirim temel insan haklarından kastımın ne olduğuna dair örnekleri ama sanırım genel bir resim çizebildim.
‘Kürt sorunu’ bağlamında bile değil, insan olmak ve demokratikleşmek bağlamında temel insan haklarıyla ilgili konuların yarına bile bırakılmadan, daha dün çözülmüş, yerine getirilmiş olması gerekirdi.
Bu konular bir müzakerenin konusu da olamaz. Kimsenin sizden talep etmesini beklemeden bunları zaten yerine getirmelisiniz.
Meselenin bir de ikinci tarafı var, yani siyasi mücadelenin ve müzakerenin konusu olması gereken tarafı.
Burada Ankara’ya, genel Türk siyasetine düşen tek bir görev var: Siyasetin önünü açmak, tabuların yıkılmasını sağlamak ve Kürtlerin siyasi taleplerini silahla değil siyaset yoluyla dile getirmelerinin önündeki engelleri kaldırmak.
Ondan sonrası siyasi mücadelenin konusu. Bir parti, ‘demokratik özerklik’i siyaseten savunabilir, bunu kabul ettirecek kadar da oy alırsa, herkese susmak düşer.
İskoçya’da ayrılığı savunan parti var, birkaç sefer yüzde 50 oy almaya da çok yaklaştı. Ama bu parti eline hiç silah almadı, hiçbir üyesi de ayrılığı savunuyorlar diye tutuklanmadı.
Paylaş