Paylaş
Gelişmişlik, ortalama gelir gibi ölçütlere baktığınızda Türkiye’de rakamlar bu görüşümü destekliyor. Türkiye en azından bunu başardı: Gelen her kuşak bir öncekinden daha müreffeh ve daha uzun bir yaşam sürüyor.
Ama bir rakam var ki, hem benim inancımın yanlışlığını ortaya koyuyor hem de genel rakamlardan çıkan ‘Türkiye’de yarın bugünden daha güzeldir’ anlayışını sürdürülemez kılma tehdidini içeriyor.
Fazla uzatmadan o rakamı söyleyeyim: TEPAV iktisatçısı Bilgi Aslankurt’un derlediği rakamlara göre çocuklarımızın yüzde 60’ının eğitim seviyesi kendi anne-babasından daha yüksek değil.
Kaldı ki o ‘yüksek olmayan seviye’ de zaten bir hayli aşağıda: Orta ikiden terk.
Ve öyle bir şey ki bu, 12 yıllık zorunlu eğitim başlayana kadar her kuşakta biz bu ‘orta ikiden terk kuşağı’nı yeniden üretmişiz.
Oysa, ‘yaşlı’ ve ‘doymuş’ bulduğumuz Avrupa’da çocukların yüzde 50’si anne babalarıyla aynı eğitim düzeyinde; yüzde 37’si daha iyi eğitim alıyor. Biz ise çocuklarımızın sadece yüzde 30’una anne babalarından daha fazla eğitim verebiliyoruz. Kaldı ki Avrupa’da ortalama eğitim süresi de bizden hayli fazla, onlar ‘orta ikiden terk’ değiller.
Umuluyor ki 12 yıllık zorunlu eğitim bu rakamları değiştirsin; çocuklarımızın ortalama eğitim süresi uzasın. Ama göle çaldığınız mayanın tutması için 10 yıl beklemeniz gerekiyor; unutmayın.
Ortalama eğitim süremizi yükseltmediğimiz sürece insani gelişmişlik seviyemizi de yükseltemeyiz. Birleşmiş Milletler’in her yıl yayınladığı ve Türkiye’nin de hak etmediği kadar aşağı sıralarda yer aldığı endekste bizim yerimizi büyük ölçüde bu ortalama eğitim süremiz belirliyor. Diğer göstergeler düzelse dahi bu gösterge bir türlü düzelmiyor.
Ortalama eğitim süresinin azlığı, Türkiye’nin 21. yüzyılın gerektirdiği cinsten nitelikli iş gücünü yaratmasının da önündeki en büyük engel. Kol işçisine değil bilgisayar okuryazarlığı olan kişilere ihtiyacımız var ama onların sayısı da çok az.
Ayrıca, Türkiye’nin yeni nesil bilim insanlarına da ihtiyacı var. Şu an iyi, bilgili ve yetenekli öğrenci sayımız sınırlı olduğu için bu çocuklar bir orta sınıf mesleği olan, insanı nadiren maddi olarak zengin kılan temel bilimler yerine çoğunlukla daha yüksek gelir elde edeceklerini düşündükleri alanlara yöneliyorlar.
Bizim iyi, bilgili ve yetenekli öğrenci sayımızı çok ama çok arttırmamız ve bunlar içinden bşr bölümü de bilime çekebilmemiz gerekiyor.
Orta gelir tuzağına böyle düşüyor ülkeler. Bizim bu tuzaktan kurtulmamız, hiç değilse 15 yıl sonra orta gelirden yüksek gelire geçmeye başlamamız, ancak ve ancak ortalama eğitim süremizi uzatmamızla mümkün olabilir.
Eğitim, eşitsizliklerin kaynağı olmamalı
BUGÜN baktığımızda eğitim, Türkiye’deki yaygın gelir eşitsizliğinin en büyük yaratıcısı konumunda.
Daha en başta çocuklarımızın çok küçük bir bölümü seçkin özel eğitim kurumlarına giderken ezici bir çoğunluğu bir hayli kalitesiz eğitim veren devlet okullarına yöneliyor.
Bu da o çocukların hayata o çok küçük azınlık olan akranlarına göre bir hayli geride başlamasına yol açıyor. Eşitsizlik daha orada başlıyor ve sürüyor.
Bakın, çocuklarımızın yüzde 60’ı kendi anne-babası kadar eğitim alabiliyor. Dolayısıyla iyimser ihtimalle anne-babasının hayatını yaşıyor.
Bizim ne yapıp yapıp devlet okullarımızdaki eğitimin kalitesini arttırmamız gerek. Bunun için de, ‘Şu sınavı öyle mi yapsam böyle mi yapsam’dan çok eğitimin içeriğine odaklanmamız, o içeriği geliştirmemiz gerek.
Paylaş