BİLİYORSUNUZ, NATO’nun gelecekteki askeri-stratejik rolünü tanımlayacak yeni görev belgesinin konuşulduğu önemli zirve haftasonu Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapıldı, bitti. Liderler zirveden anlaşarak ayrıldı, herkes çok mutlu.
Bu mutluluk Türkiye’ye biraz fazla hamaset olarak yansıdı, zirvenin en önemli ülkesinin ve hep konuşulan ülkesinin Türkiye olduğu bile iddia edildi.
O iddialarla ve işin hamaset kısmıyla ilgili değilim, gelin biraz içeriğe bakalım...
Biliyorsunuz NATO, daha önce sadece Amerika’nın projesi olarak ortaya çıkan füze kalkanını sahiplendi, artık kalkan NATO’nun malı olacak. Burada bir tehdit değerlendirmesi yapıldı, Türkiye bu noktada spesifik ülke adı verilmesini istemedi. Oysa pek çok kişinin gözünde kalkan İran’dan gelecek tehditle ilişkili. Her neyse bence de Türkiye’nin sözleri anlamlıydı, durduk yerde İran’ın adını koyup bir yeni soğuk savaş başlatmanın, varolan gerginlikleri daha da tırmandırmanın alemi yok.
Yok ama İran’ın da füzeleri var. Korkulan, pek yakında bu ülkenin nükleer başlık sahibi de olması. Nitekim içinde nükleer materyal olmayan savaş başlıklarıyla bazı denemeler yaptı bu ülke. Ve İran bizim sınır komşumuz.
İzninizle biraz teknik bilgi vermem gerek: Füze dediğiniz kabaca üç çeşit. Kısa menzilli, orta menzilli ve kıtalararası. İran’ın kısa ve orta menzilli füzeleri epeydir var. Orta menzilli füzelerle İstanbul’u vurabiliyor İran. Yakın zaman önce uzaya çıkmayı da başardılar; yani artık kıtalararası füze kapasitesi de var bu ülkenin. Füze savunma sistemleri, radarların füzeyi ateşlendikleri anda görebilmesi ilkesi üzerine kurulu. Burada zaman en önemli şey. Radar füzeyi kısa süre izledikten sonra olası rotasını hesaplıyor, böylece muhtemel hedefler ortaya çıkıyor. Buna göre de rotanın yakınındaki en uygun savunma füzeleri havadaki saldırı füzesini yakalayacak şekilde harekete geçiriliyor.
Eğer kıtalararası füzeden söz ediyorsak, füze zaten atmosfer dışına çıkmak zorunda, savunma füzelerinin onu orada vurup imha etmesi en uygun çözüm, böylece nükleer serpinti riski en aza iniyor.
Ama yok havadaki kısa veya orta menzilli füzeyse onu mecburen hedefe yakın bir bölgede imha etmeye çalışıyor savunma füzeleri, çünkü özellikle kısa menzilli füzeler zaten alçak irtifa füzeleri... Yani serpinti riski çok yüksek.
Buradan Türkiye’ye gelelim. Eğer biz kendimizi İran’dan kaynaklanabilecek olası bir tehdide karşı korumak istiyorsak, NATO’nun kurduğu şemsiyenin bizim için farklı bir biçime girmesi gerek. Çünkü dediğim gibi Türkiye’ye yönelik İran tehdidiyle Avrupa’ya veya Amerika’ya yönelik İran tehdidi aynı çeşit füzelerden kaynaklanmıyor.
Zaten Türkiye, 90’lı yıllardan beri İran’ın füze sistemlerinden tedirgin olup önlem arayışı içinde, bazı yatırımlar da yapıldı, Çin’den füze savunma sistemleri alındı. Son olarak Ak Parti iktidarı döneminde ‘Ulusal Füze Savunma Sistemi’ projesi geliştirildi, bununla ilgili çalışmalar hala devam ediyor, harcamalar yapılıyor. Yani Türkiye aktif olarak İran’ı tehdit görmüyor gibi gözükse de, varolan askeri kapasiteyi de görmezden gelmiyor, kendince önlem alıyor.
Ve elbette bu önlemin bir de maliyeti var. Dün uğraşmalarıma rağmen net bir rakam alamadım ama NATO zirvesinde Türkiye’nin para istediğine dair çıkan satırarası haberler doğruysa eğer, Ankara’nın elinde bir maliyet rakamı da olmalı.
Eğer Lizbon zirvesinde kediye ‘Kedi’ denmiş olsaydı, Türkiye bu maliyetinin bir kısmını NATO’nun üzerine yıkabilecekti. Hala daha bu şans ortadan kalkmış değil ama İran resmen tehdit olmadığı için NATO’dan para almak da kolay değil; hatta belki para almak için yapılacak kimi şeyler (Radarların yanısıra bazı füze bataryalarını da Türkiye’ye konuşlandırmak örneğin) Türkiye’yi de İran açısından stratejik tehdit haline getirebilir.
Şimdi anlaşılıyor ki, İran’dan Türkiye’ye yönelik tehdit konusunu Türkiye kendi başına ve kendi imkanlarıyla bertaraf etmeye çalışacak. Yani parayı biz ödeyeceğiz.
Farklı bir caydırıcılık savaşı
SOĞUK savaş döneminde füze savunma sistemleri yoktu, ne bilişim ne de haberleşme bu denli ilerlemişti. O yüzden ‘düşman’ın nükleer başlığı kadar hatta daha fazla nükleer başlık sahibi olmanız gerekiyordu, onun size saldırmasını önlemek için. O vakitler hesap şöyle yapılıyordu: Diyelim ilk saldırıyı Sovyetler yaptı, onların füzeleri daha havadayken Amerikan füzeleri de mukabele için ateşleniyordu. Buna da ‘Karşılıklı Kesin İmha Doktrini’ (İngilizce kısaltmasıyla MAD-Mutually Assured Destruction deniyordu. MAD kelimesi İngilizce’de ‘deli’ anlamına da geliyor) deniyor, caydırıcılık ‘Sen beni imha edersen ben de seni ederim’ denerek sağlanıyordu. Şimdi oyun değişti; füzeleri havada imha etme imkanı sayesinde ‘Sen beni imhaya çalışırsan ben seni kesin imha ederim’ deniyor.
‘Komuta bizde olsun’ boş laftır
BÖYLE bir söz söylendi mi, Türkiye’nin NATO karşısında böyle bir resmi pozisyonu oldu mu, bilmiyoruz ama söylendiyse eğer bu sözlerin son derece boş sözler olduğunu burada yazmalıyım.
Füze savunma sistemlerinde dakikalar değil saniyelerin, saliselerin, milisaniyelerin, mikro saniyelerin, nano saniyelerin önemi var. O yüzden de böyle sistemler insan kararıyla değil bilgisayar kararıyla çalışıyor çoğunlukla.
Düşünsenize havada füze var, bir general başbakana ulaşmaya çalışıyor, başbakan o sırada bir yerde konuşma yapıyor, saniyeler uçup gidiyor, karar verilene kadar füze zaten kafanıza iniyor.
Havadaki füzeyi vurup vurmamak...
BİR soru: Elinizde imkan olduğu halde, sırf size doğru gelmiyor diye havadaki bir nükleer füzeyi durdurmayacak mısınız?
Bence nükleer silahlar ve her türlü kitle imha silahını kullanmak insanlık suçudur ve elinde imkan olanların bu füzeleri kime yönelik olursa olsun durdurmak, imha etmek gibi bir görevleri vardır. Yarın NATO, İran’dan İsrail’e veya tam tersi İsrail’den İran’a doğru gidecek bir füzeyi gördüğü halde ve durdurabilecek imkana sahip olduğu halde durdurmazsa vebal altında kalır. Aynı şey Kuzey-Güney Kore ve Hindistan-Pakistan için de geçerli.
O yüzden ‘Tehdit şudur, budur’ veya ‘Bize yönelmeyene biz karışmayız’ gibi laflar, nükleer savaş ihtimali söz konusu olduğunda boş laflardır. İnsanlık, nükleer savaşı önlemelidir. Elde imkan varken önlememek affedilebilir bir şey değildir.