Paylaş
1979’daki İran İslam Devrimi’nden beri belki de ilk kez bu ülkenin dünya sistemine geri dönmesi yönünde bir ümit belirdi.
Evet, bu ümitler çok erken ve çok büyük olabilir; hayal kırıklıkları yaşanabilir; İran’da son karar vericinin Cumhurbaşkanı değil dini lider Ali Hamaney olduğu söylenebilir.
Ama yine de, Ruhani’nin estirdiği havanın, eline geçen her fırsatta ‘İsrail dünya üzerinden silinmelidir’ diyen Ahmedinejat’tan çok farklı olduğunu kayda geçirmek gerek.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül önceki gün İran Cumhurbaşkanı ile görüştü. Ondan önce İranlı lider başka çok sayıda temas yaptı. Ama herkesin beklediği Amerika Başkanı Obama ile görüşüp görüşmeyeceğiydi.
ABD Başkanları, ilke olarak BM toplantılarında kimseyle ikili görüşme yapmıyor. Olsa olsa ayaküstü sohbetler veya yemek masasında bazı konuşmalar oluyor. Ruhani ile Obama da, Obama’nın liderler şerefine verdiği bir yemekte karşılaştılar. Bildiğimiz bu kadar.
İki ülke arasında anlamlı bir ikili görüşme için vakit çok erken. Görüşmenin anlamlı olabilmesi için önce olgunlaşması, konuşulacak konuların hassas biçimde hazırlanması gerek. Bu işi de Amerikan Dışişleri Bakanı ile İran Dışişleri Bakanı yapacak, yapmaya da başladılar sanırım, ikili görüşme oldu.
İran’ın bu denli bir ümit yaratması, Suriye konusunda da bir gelişme olabilmesi ihtimalini beraberinde getiriyor. Çünkü İran, Cumhurbaşkanı Gül’ün bizimle sohbetinde belirttiği gibi Suriye için kilit ülke, hatta ‘vekalet savaşı’ yürüten ülkelerden biri.
Ama İran’ın birinci kilidi Suriye değil nükleer görüşmeler. Bu görüşmelerin yeniden başlaması çok ümit verici. Eğer İran sahiden nükleer silah peşinde değilse, bunu dünyaya kanıtlaması çok zor olmayabilir.
Nükleer anaşmazlığın giderilmesi, İran’ı uluslararası sisteme çok yaklaştıracaktır. Bu ülkenin ‘terör ihraç eden ülke’ olmaktan çıkması yani adıyla söyleyelim Suriye’de Esed rejimine ve Lübnan’da Hizbullah’a desteğini kesmesi halinde İran’ın dünyayla yeniden entegrasyonu tamamlanacaktır.
Ama bunlar söylemesi kolay, yapması zor ve zaman alacak şeyler. İran’ın Esed ve Hizbullah’a desteğini kesmeyi isteyip istemediğini ise zaten bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Gül, ‘İran’ın kendisine ilişkin tehdit algılamasını anlamak’tan söz ederken bunu kastediyor aslında. İran, elbette bir tehdit algısına sahip, o algı değişmedikçe İran’ın politikalarının değişmesini de beklememek lazım.
Peki algı nasıl değişir? Eğer algı gerçeklere dayanıyorsa gerçekleri İran’ın hoşuna gidecek şekilde değiştirmek, gerçek olmayan şeylere dayanıyorsa da bu konularda İran’a güvence vermek gerekir.
Amerika bu güvenceleri İran’a verebilir mi? Gerçekleri değiştirebilir mi? Hep birlikte göreceğiz.
Ama İran ile ABD’nin yakınlaşmaya başlıyor olmasından hiç hoşlanmayanlar da var. Bunların başında İsrail’n geldiğini tahmin etmek hiç zor değil.
İran’ın dünyaya yaklaşması en çok Türkiye’nin işine gelmesi gereken bir gelişme, bunu da eklemek lazım.
Türkiye Suriye’de El Kaide’yi destekliyor mu?
Cumhurbaşkanı Gül, uzun sayılabilecek bir seyahat yapıyor aslında. Ama toplamda 8 gün gözüken seyahatte Gül’ün programı fazlasıyla dolu.
Görüşmeleri ve toplantıları sabahın köründe başlıyor, bazen gece geç saatlere kadar sürüyor.
Hem BM Genel Kurulu ve değişik BM Zirve toplantıları hem buradaki liderlerin bir bölümüyle yapılan ikili görüşmelerin yanısıra Cumhurbaşkanı Amerikan medyasına da çok zaman ayırıyor.
The Washington Post’la yaptığı mülakatta üç kez ‘Türkiye Suriye’deki radikal unsurları destekliyor mu’ sorusuyla karşılaşmış olması, buradaki Türkiye imajı hakkında ciddi fikir veren bir şey. Bu soru her yerde Gül’ün karşısına çıkıyor.
‘Teröre karşı savaşan ülke’den ‘Teröre destek verdiğinden şüphelenilen ülke’ imajına geçiş çok rahatsız edici. Gül de bu imajı ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Türkiye’nin bozulan görüntüsü tam olarak bu işte.
Paylaş