Paylaş
Elbette AB bu müzakerelerin ilerlemesi için herhangi bir çaba sarf etmediği için pek de bir şey olmuyor o cephede ama yine de Türkiye ciddi ciddi ödevine hazırlandı.
Örneğin, 23 ve 24. başlıklar müzakereye açılmış olsa AB’nin koyduğu ‘başlangıç kriterleri’nden bir tanesi de ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ başlığını taşıyan doküman olacak.
Bu, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamındaki eksiklerini listeleyen ve bu eksiklerin giderilmesini bir takvime bağlayan bir doküman.
Türkiye’nin bu dokümanı hazır. Hatta ‘Çözüm süreci’ bağlamında bu dokümanın AB ilgili başlıkları müzakere açmasa bile Bakanlar Kurulu gündemine girmesi ve onaylanırsa da yayınlanması söz konusu. Ama nedense İnsan Hakları Eylem Planı bir türlü Bakanlar Kurulu gündemine gelmiyor.
Bu dokümanın önemi şu: ‘Çözüm süreci’nde PKK’nın silahlı kadrolarının Türkiye dışına çıkmasıyla birlikte, ‘Sürecin yönetilmesi’ adı verilen ikinci aşamaya geçilecek. Bu aşamada esas ağırlık da, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasındaki eksiklere verilecek.
Türkiye’de anayasadan, yasalarımızdan, yönetmelik ve tüzüklerimizden, çeşitli bakanlıkların ve başbakanlığın genelgelerinden ve son olarak da uygulamadan kaynaklanan çok sayıda sorun var, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni şu kadar veya bu kadar ihlal etmemize sebep olan.
Adalet Bakanlığı, bu dediğim yerli mevzuat ve uygulamalardan kaynaklanan sorunları toplamda 35 başlık altında bir araya getirmiş ve sorunların giderilmesini de bir takvime bağlamış durumda.
Türkiye’nin sadece Kürt kökenli vatandaşları için değil bütün vatandaşları için yapageldiği hak ihlallerini gidermesi zaten uygarlığın, insan olmanın gereği. Şimdi buna bir de ‘Çözüm süreci’ni ekleyin, daha doğrusu süreci bu ihlallerin giderilmesi için bir fırsata dönüştürün.
Hükümetin yıllardır devlet içinde konuşulmakta olan, son üç yıldır Adalet BAkanlığı’nın üzerinde çalıştığı ve içinden sürekli yeni ‘yargı paketi’ çıkardığı İnsan Hakları Eylem Planı’nı neden hala gündemine almadığını veya almak için neyi beklediğini öğrenebilirsek, ‘sürec’i de daha iyi anlayabiliriz.
Şimdilik soralım: Ne oldu İnsan Hakları Eylem Planı’na?
Yasağın adı bile var: Streisand Etkisi
2003 yılında Amerikalı şarkıcı ve film oyuncusu Barbra Streisand, California’da sahildeki evinin fotoğrafının güvenlik gerekçesiyle bir katalogdan çıkarılması için dava açıyor.
Dava açıldığı güne kadar Streisand’ın evinin fotoğrafı internetten sadece 6 kez indirilmiş, ki bunların ikisini şarkıcının avukatı indirmiş zaten. Ama ne zaman ki dava açılıyor, aynı fotoğrafı indirenlerin sayısı bir anda 420 bin oluyor.
İşte bu olaydan beri, herhangi bir konuda bilgi saklamaya kalkmanın sonuçlarına ‘Streisand etkisi’ adı veriliyor. Yani bir bilgiyi gizlemek isterken onun daha fazla yayılmasına istemeden de olsa yardımcı olmaya.
Reyhanlı’daki terör saldırısıyla ilgili konulan sözde yayın yasağının da böyle bir etkisi oldu. Yasak, özellikle sosyal medyada bir yandan yalan ve manipülatif bilgiyi daha da yaygınlaştırdı, bir yandan da medyaya sansür uygulandığı etkisini
yarattı ve dolayısıyla Reyhanlı saldırısıyla ilgili her türlü bilgiye talep daha da arttı.
Oysa Reyhanlı’daki mahkemenin özellikle de CMK 153’e dayanarak böyle bir karar alıp alamayacağı, alsa bile CMK 153’ten ötürü bunun medya kuruluşların etkileyip etkilemeyeceği zaten tartışmalı bir şey.
İşin özeti şu: Yasak saçma bir şey; yalanla ve manipülasyonla savaşmanın yegane yolu da doğru bilgiyi zamanında halka sunmak.
Paylaş