Paylaş
Ama bir temel farkla: Üniversite bilim için bir ‘gerek şart’ken, ‘Bilimler akademisi’ öyle değil.
Bilimler akademisi geleneği, daha çok bilim yapmak için kralın sponsorluğuna, yani maddi desteğine ihtiyaç duyulan dönemden geliyor.
Türkiye kendi bilimler akademisini bir hayli geç bir vakitte, 1993’te kurmuş. Erdal İnönü gibi profesör ünvanlı bir teorik fizikçi, üniversiteler yönetmiş bir akademisyen o dönemin hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve koalisyon ortağı sıfatıyla yer almasa muhtemelen bugün de sahip olmadığımız bir kurum olacaktı Türkiye Bilimler Akademisi.
TÜBA ile ilgili pek çok şey okudunuz veya belki de pek çoğunuz böyle bir kurumun varlığını bugünlerdeki tartışmalara değinen az sayıdaki köşe yazısından öğrendiniz.
Çok da önemli değil. Bu gazetede ben ve Sedat Ergin, yazılarımızla hükümetin TÜBA’da yaptığı değişiklikleri eleştiriyoruz. Buna karşılık Taha Akyol kısmen eleştirse de hükümetin girişimini prensip olarak olumlu buluyor.
Böyle bir tartışma olması normal. Ama ben bugün TÜBA konusuna tamamen farklı bir bakış getirmek istiyorum:
Gerçek bilimin TÜBA’ya ihtiyacı var mı? Veya tersten sorayım: TÜBA olmazsa bilim de olmaz mı?
Bana kalırsa birinci sorunun cevabı ‘Hayır’dır, ‘Bilimin TÜBA’ya ihtiyacı yok.’
Ve bu cevaptan da anlaşılıyor, ikinci soru içinde de aynı durum geçerli: ‘TÜBA olmasa da, burası hükümetlerin güdümünde bir arpalık da olsa Türkiye’de bilim olmaya devam eder.’
TÜBA gibi bir ‘seçkinler kurulu’na, bir yapay ve kıymeti kendinden menkul ‘akademi’ye ihtiyaç yoktu, bugün de yok, gelecekte de olmayacak.
Haa böyle bir ihtiyaç var ve olacak deniyorsa, bu ihtiyacın devlet eliyle ve resmi kurumlarla giderilmesindense sivil yollarla giderilmesini tercih etmeliyiz.
Bildiğim kadarıyla bilim insanlarının dernek veya vakıf kurmasının önünde bir engel yok. Bir ‘akademi’ ihtiyacı varsa, bir araya gelsin bilimcilerimiz ve bunu kursunlar, illa devlete bağlı bir organ beklemesinler.
Kaşif Kozinoğlu efsanesi
ASLINA bakacak olursanız eski özel kuvvetler görevlisi olup sonra Milli İstihbarat Teşkilatı’nda kariyerine devam etmiş olan onlarca insandan biri olan Kaşif Kozinoğlu’nu Doğu Perinçek ve onun Aydınlık grubu efsaneleştirdi.
Eğri oturup doğru konuşalım, bunun sebebi de Çin istihbaratının Kozinoğlu’nu Doğu Türkistan, yani Çin’in Sincan bölgesi için tehdit görmesiydi. Aydınlık dergisi yıllar boyunca Kozinoğlu aleyhinde yayın yaptıkça, gizli kapaklı şeyleri öğreniyormuş hissine sahip olan okuyucunun gözünde de Kozinoğlu, bir çeşit masal kişisine dönüştü. Tabii Aydınlık’ı sokaktaki insandan çok medyamız okuyordu ve etkileniyordu, bu etkilenmenin zaman zaman hiç de marjinal olmayan gazete sayfalarına yansıması da gecikmedi.
Gerçekte Kozinoğlu kimdi, nasıl bir adamdı, bunu bilen çok az sayıda insan var. Onlar da kendi aralarında ikiye bölünmüş durumdalar. Bir kısmına göre Kozinoğlu çok faydalı ve gerekli biriydi, diğer kısmına göre ise kişisel çıkarı için çalışan, o kadar da becerikli olmayan biri.
Kozinoğlu’nu Afganistan ve Doğu Türkistan bağlamı dışında ilk olarak eski Yargıtay Başkanı nezdinde Alaattin Çakıcı lehine torpil arayışı sırasında duyduk.
Ve son olarak OdaTV’ye gizli MİT belgelerini sızdırmakla suçlandı, tutuklandı.
Kozinoğlu’nun cezaevinde ölümü sonrası onun hayatı ve kahramanlıkları veya kişisel çıkar için yapmaya kalkıştıkları konusunda ortalığa bir sürü menkıbe yayılacaktır, bundan emin olabilirsiniz. Bütün bu efsaneler arasında gerçeği bulmak çok zor olacak.
Burada önemli olan Kozinoğlu’nun mahkemeye çıkmayı beklerken, tutukluluk şartlarında ölmüş olması.
Donarak ölen çocuk
GÜN geçmiyor ki Van’dan acıklı, göz yaşartıcı haberler gelmesin. İşte son olarak altı yaşında bir çocuk, ailecek sığındıkları derme çatma naylon bir çadırda soğuktan öldü.
Isıtmalı bir çadır bulmak veya bu denli zor durumdaki bir çocuğa acil hizmet sunup onu yaşatmak mümkün değil miydi? Belli ki değildi.
O küçücük çocuğun ölümünden sadece bölgedeki yetkililer değil belki hepimiz sorumluyuz. Yeterli acil yardımı ve hizmeti hala sunabilmiş değiliz Van’a.
Depremden etkilenenlerin
sayısı belki buna engel ama unutmayalım ki çok daha büyük nüfusları etkileyecek bir depremi bekliyoruz. Van’da yüzbinlerce insan sokakta, dolayısıyla sığınabildikleri, bulabildikleri çadırlarda yaşıyorlar. İstanbul’da deprem olduğunda sadece Bakırköy, Küçükçekmece ve Avcılar gibi ilçelerde sokağa dökülecek insan sayısı Van toplamının birkaç katı olacaktır.
Van’a hazır değildik, İstanbul’a hazır olacak mıyız? Yoksa 6 yaşında Deniz’leri yine de kaybedecek miyiz?
Halen Van’da yüzlerce çocuğun soğuğun etkisiyle zatürree olduğundan söz ediliyor.
Van’da kış daha yeni başlıyor.
Paylaş