Erbakan 28 Şubat’ı önleyebilir miydi?

BUGÜN İstanbul’da toprağa verilecek olan Necmettin Erbakan’ı ve onun siyasi mücadelesini bir köşe yazısına sığdırmak imkansız.

Onu ve temsilcisi olduğu siyasi akımı sevmeseniz de, bence bir hakkı teslim etmek gerek: Erbakan uzun yılların mücadelecisiydi ve bu mücadelesiyle de Türk siyasetine ciddi anlamda damga vurdu.

Erbakan 28 Şubat’ı önleyebilir miydi

Baktığınızda, 40’lı yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyan ve mühendis çıkan bir kuşak pek çok bakımdan Türkiye’de belirleyici oldu. Bu kuşaktan siyasetçiler, devlet adamları, yüksek bürokratlar ve işadamları çıktı.
Necmettin Erbakan da, aynen Turgut Özal ve Süleyman Demirel gibi (ve nice başkaları gibi) o kuşağın mensuplarındandı. O sebeple de yolu sık sık Turgut Özal’la da, Süleyman Demirel’le de kesişti.
Aynı kuşağın mensuplarından Korkut Özal’ın bir iddiası var: 1969 milletvekili genel seçiminde Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel, eski dostu Necmettin Erbakan’ı milletvekili adayı yapsaydı, belki de ‘Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi hiç kurulmaz, böyle bir bağımsız siyasi akım olmazdı.
Tabii tarihte geri gidip öyle değil de böyle olsaydı diyemeyiz, o yüzden Korkut Özal’ın iddiası bana ne kadar geçerli gözükürse gözüksün, sonuçta bir fantezi.
Bugün izninizle bir fantezi de ben yapacağım:
Acaba Necmettin Erbakan, 28 Şubat müdahalesini engelleyebilir miydi?
Cevabı peşin vereyim, evet engelleyebilirdi.
Aralık 1996’da, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay karargahında bir brifinge katıldı.
Burada Demirel’e iç ve dış tehditler, bu arada irtica tehlikesi de anlatıldı.
Demirel giderken neyle karşılaşacağını biliyordu, o yüzden kendince bir oyun planı içindeydi zaten. Gidip brifingi dinleyince, kendi mühendis kafası ve keskin zekasıyla, anlatılan şeyler içinden retoriği ve boş propagandayı ayıkladı, tuttuğu notlara bakarak “Ben” dedi, “Bana anlatılanlar içinde üç tane somut şey gördüm.”
Ardından da saydı bu üç somut şeyi. Askerlerin koca brifinginde somut, hukuki anlama indirgenebilir bulunan üç şey, esasen son derece sıradan olaylardı. Demirel’in özetlemesine askerlerden bir itiraz gelmedi.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı makamına döner dönmez Başbakan Necmettin Erbakan’a bir mektup yazdı, askerlerin sıkıntı olarak ilettiği üç konuyu aktardı ve bu konularda çözüm istedi.
Erbakan, bırakın mektupta dile getirilen şikayetleri gidermeyi, cevap bile vermedi. Verse, mektupta dile getirilen üç görece önemsiz konuyu çözüme kavuştursa, hatta göz boyasa, tarih farklı şekilde akabilirdi.
O zamana kadar hem askere hem kamuoyuna karşı hükümet için ‘demokratik sabır’ isteyen Cumhurbaşkanı Demirel’in tutumu bu olaydan sonra değişmeye başladı. Demirel askerin darbe yapıp tümüyle yönetime el koymasından çekiniyordu, onları Milli Güvenlik Kurulu zeminine, görece daha legal bir zemine çekmek ve hükümete zaman kazandırmak için çalışmaya başladı.
28 Şubat tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısına gidilirken asker açık açık konuşmaya başlamıştı. Mesela Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, adıyla demeçler veriyordu.
İşte o günlerde Cumhurbaşkanı Demirel bir girişimde daha bulundu, gazeteci İlnur Çevik aracılığıyla Başbakan Erbakan’a mesaj gönderdi. Ama Erbakan bu mesajı da ciddiye almadı, “Benim askerle aram çok iyi, asker bizi seviyor” dedi.
Dün Taraf gazetesi bir kez daha yayımladı, 28 Şubat toplantısından hemen sonra yapılan ilk Bakanlar Kurulu’nda da Erbakan bu bildirinin kendisine ve hükümetine karşı olduğunu anlamamıştı, “İrtica kötü bir şeydir” diyor, 28 Şubat kararlarını bakanlarına karşı savunuyordu.
Şimdi dönüp bakıldığında bana 28 Şubat’ın önlenebilir bir şey olarak gözükmesi boşuna değil.
Elbette bu askeri müdahalenin bütün suçunu Erbakan’a yıkıyor değilim, sonuçta o bu müdahalenin mağduru. Müdahaleyi önleme görevi de tek başına ona değil bütün sivil siyasete ait bir görevdi.
12 Mart’ta yapılan benzer bir müdahale sonrası ‘normalleşme’ ilk genel seçimde yaşanmıştı. 28 Şubat sonrası ikinci genel seçime, hatta 2007’deki üçüncü seçime kadar beklememiz gerekti. Bunun sebebi de, ‘sivil’ olması gereken siyasetin ‘sivil’ olmak yerine asker kucağında olmayı daha kolay bulmasıydı kuşkusuz.
Erbakan, gecikerek de olsa demokrasiyi ve sivil siyaseti korumak için elinden gelen gayreti göstermiş ama dönemin ‘sivil’ liderlerinden destek bulamamıştı.
28 Şubat kararları sonrası seçim ilan etmek bile askerin girşimini yarıda bırakmaya yeterdi.
Bakın 2007’de 27 Nisan sonrası seçim ilan edildi, askere de susup oturmak kaldı.
28 Şubat da öyle bitti zaten.

Akraba siyasi akımlar ve Erbakan

NECMETTİN Erbakan, AP kendisini milletvekili adayı yapmayınca 1969’da Konya’dan bağımsız milletvekili oldu ve böylece ‘Milli Görüş’ akımı doğdu.
Bağımsız, ayrı bir siyasi akım gibi gözükür ama özü itibarıyla Türk sağının bütün klasik söylemleri Milli Görüş’ün içinde vardır. Kalkınmacılık, milliyetçilik, dindarlık, anti-komünizm...
Erbakan bir sohbetimiz sırasında 70’li yıllarda AP’yle rekabet etmenin zorluğunu anlatırken, “Hepimiz anti-komünisttik, üç aşağı beş yukarı aynı cümleleri söylerdik, din elden gitmesin, derdik ama hep Süleyman Bey önde olurdu, oyları o alırdı” demişti.
Baktığınızda DP-AP-ANAP-DYP-RP-AK Parti, hepsi aynı çizginin etrafındaki biraz farklı tonlara sahip siyasi partiler.
Siz siz olun, ‘Merkez sağ’ efsanelerine inanmayın, hepsi aynı siyaset, hepsi akraba partiler bunların. O partileri birbirinden ayıran tek şey, liderlerin egoları.
Yazarın Tüm Yazıları