Paylaş
Diyarbakır’da Newroz için toplanmış milyonu aşkın insana Abdullah Öcalan’ın mesajı okunurken Türkiye’nin dört bir yanına ve dünyaya yayılan umudu hatırlıyor mudur?
PKK’nın silahlı eylemi bırakması, eğer iyi yönetilirse bu ülkeyi her bakımdan uçurabilirdi. Ama iyi yönetilmedi.
Önce Gezi Parkı için sokağa çıkanlara uygulanan görülmemiş polis şiddeti. Diyebilirim ki Başbakan Erdoğan’ın ‘normal’den uzaklaşması, ‘gerçek’le arasındaki bağın zayıflaması Gezi’de bizzat polise komuta etmesiyle başladı.
Şimdi geldiğimiz noktada iş Twitter’ı yasaklamaya kadar vardı. Bakmayın siz ‘Yargı yasakladı’ laflarına, Twitter’ın toptan kapanması bir idari kararla oldu; yani Başbakan’ın kararıyla.
Sadece 365 günde bütün dünyanın iyimserlik dolu bir dikkatle izlediği Türkiye’den bugün Twitter’ı yasaklayan, yolsuzluk soruşturmalarının üzerini örtmek için binlerce polisi sürgüne gönderen, tamamlandığı söylendiği halde 17 Aralık operasyonunun iddianamesinin mahkemeye gitmesini engelleyen bir hükümet tarafından yönetilen, bir spor kulübü başkanının kesinleşmiş hapis cezasının başlamasını bile seçim gününe, yani siyasete endeksleyen, Başbakan’ın ve bakanlarının yıllardır telefonlarının dinlenip kaydedildiği ve bugün fütursuzca her gün ortaya salındığı bir Türkiye’ye dönüşmek...
Dünyada artık eleştiri bile değil alay konusu olmuş bir ülkeye...
Nasıl çıkacağız buradan? Yeniden ‘normal’i arayan bir ülkeye dönüşebilmemiz için bile kapsamlı bir restorasyona, hatta devletin bazı kurumları için ‘reset’e ihtiyaç duyduğumuza kuşku yok.
Peki bu ‘resetleme’ nasıl yapılacak, kim tarafından yapılacak?
Ülkeyi bu hale kimin getirdiği belli; onu 12 yıldır yönetenler yaptı bunu. Peki seçmen yine de onları tercih ediyorsa ne yapacağız?
Aklı değil pazusu olan devlet
TWITTER’ı yasaklamaktan daha aptalca bir şey aklıma bile gelmiyor açıkçası.
Dün bir ara rakamlara baktım, yasak kararından sonra atılan Türkçe tweet’lerin sayısında dramatik bir azalma yok. Yani yasak kararı, aktif Twitter kullanıcılarını etkilemiş gibi gözükmüyor.
Yasak kararından önce sorsalardı, bugün ortaya çıkan rakamları söyleyecek çok kişi bulurlardı. Ama hayır. Bizim devletimiz (ve hükümetimiz) aklını kullanmaz, pazusunu kullanır, vatandaşın kafasına bir yumruk indirir önce.
Aynı şey son internet sansürü yasası için de geçerli. Başbakan ile oğlu arasındaki telefon kaydı bu yasadan sonra yayımlandı ve yasa bunu engelleyemedi. Engelleyemezdi zaten, herkes söyledi bunu zamanında.
Bu yasaklar sadece bir işe yarar: Bütün ülke ve dünya Türkiye’yi yönetenlerin demokrasiden ve özgürlük fikrinden ne kadar uzak, yasakçılığa ve otoriterliğe ne kadar yakın kişiler olduğunu iyice görür bu sayede.
Sandıktan başka çözüm yok...
HAFTAYA seçim var. Aynen 1989 Mart ayında yapılan yerel seçim gibi, Türkiye’nin geleceği için çok önemli, sonuçları itibarıyla yerel seçim ölçüsünün ötesinde algılanacak bir seçim olacak bu.
Türkiye’yi sadece bir yıl içinde övgüyle söz edilen bir ülke olmaktan çıkarıp alay konusu bir ülkeye çeviren iktidar bu seçimden galibiyetle çıkacak; şimdilik bütün anketler böyle söylüyor.
Seçim eğer anketlerin dediği gibi sonuçlanırsa, ilk büyük tepki seçmene yönelik olacaktır. Seçmenlerin cahilliğinden satılmışlığına, aptallığından ahlaksızlığına kadar pek çok şey söylenecektir.
Hele hele yerel seçimi birkaç ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin izleyeceği ve Başbakan Erdoğan’ın da o seçimde yarışacak başlıca adaylardan biri olacağı düşünülürse, sandığa inançsızlık ciddi bir tehlikeye dönüşebilecek.
Oysa bilmeliyiz ki, beğenmediğimiz, ülkemizi kötü duruma düşüren, kişisel ikbalinin peşine koştuğuna dair çok sayıda delilin bulunduğu iktidarları değiştirmek için sandıktan başka bir yolumuz yok.
Maalesef bizim sistemimizde, o iktidarların lider ve kadrosunu mahkemeye gönderebilmek için bile sandıktan güçlü biçimde çıkmak gerekiyor.
Sandığa inançsızlığı körüklemek ve seçmene hakaret etmek, kendi kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.
Paylaş