Paylaş
Önce kısaca hatırlayalım, yakın dönemde bu tartışmayı gündemimize Cumhurbaşkanı Abdullah Gül soktu. Cumhurbaşkanı, Gezi olayları bağlamında, ‘Demokrasi sandıktan ibaret değildir’ deyiverdi.
Günahını almayalım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hiçbir zaman çıkıp, ‘Hayır, demokrasi sandıktan ibarettir’ demedi ama onun yerine ‘Demokrasi sandıktan ibaret değildir’ diyenleri topa tuttu. Son olarak Mısır darbesi bağlamında bu konu yeniden gündeme geldiğinde Başbakan Erdoğan, ‘Demokrasi sandıktan ibaret değildir’ diyenleri darbenin destekçisi ilan etti.
Herhangi bir Batı demokrasisinde konusu bile edilmeyecek önemsizlikteki bir ilkenin Türkiye’nin Başbakanı ile Cumhurbaşkanı arasında tartışılması, medyasında her gün bu tartışmaya değinen en azından bir yazının yayımlanması, ‘Ah biz Türkler geri kalmış bir milletiz, demokrasiyi de anlamıyoruz’ kolaycılığıyla geçiştirilecek bir şey değil.
Hiç kuşkunuz olmasın, bu tartışma aslında önemli sinir uçlarına dokunuyor.
Balığın baştan kokması hesabı, bizim tartışmamız da aslında 14 Mayıs 1950’deki Demokrat Parti’nin seçim zaferine dayanıyor. DP seçimi kazanıp iktidarı devraldığında sandığa dayanıyordu kuşkusuz. Ama arka planda çalışmakta olan ve rejime ana karakterini veren anayasa hâlâ tek partili sistemin anayasasıydı. O Anayasa ile İstiklal Mahkemeleri kurulmuş, bütün valiler ve belediye başkanları CHP’nin aynı zamanda il başkanı olmuş, devlet ile parti ayrılamaz hale gelmişti. En basitini söyleyeyim: Muhalefette kalan CHP’nin sembolündeki Altı Ok tek tek anayasada sayılıyordu.
DP’nin o sırada dünyada gerçek bir patlama yaşayan özgürlükçü demokrasilere bakıp Türkiye’ye gerçek bir demokratik restorasyon yaşatma şansı vardı; en azından anayasada ve demokrasiyle temel insan haklarının kullanılmasına engel olan kanunlarda özgürlükçülüğü seçebilir, Türkiye’yi İtalya, Almanya, Fransa, Japonya, Avusturya, Belçika, Hollanda gibi demokratik bir ülke yapabilirdi.
Ama DP, demokrasiyi inşa etmek yerine iktidarı seçti. Bugün, ‘Tek parti diktatörlüğü’ diye anılan dönemin anayasasına ve temel yasalarına neredeyse hiç dokunmadan, sadece sandık sonucuyla yetinerek ülkeyi yönetmeyi tercih etti.
27 Mayıs darbesi, bir anlamda ‘Demokrasi sadece sandık değildir’ diyen bir darbeydi. Darbeciler bu temel ilkeyi ‘vesayet’ olarak uygladılar; 61 Anayasası sandıktan çıkan demokrasinin üniversite, yargı ve askerden oluşan bir grubun vesayeti altına alınması için tasarlandı.
Bu hatıralardır bugünün siyasi tartışmalarında konuştuğumuz şey. Bir taraf, ‘Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir’ dediğinde öteki taraf bunu söyleyende 27 Mayıs darbesini görüyor.
‘Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir’ diyenler de aslında karşılarında demokratik hesap verme mekanizmalarını işletmeyen bir otoriter yönetim gördüklerini düşündükleri için bu cümleyi sarf ediyorlar.
Ülkemizdeki siyasi sağırlar diyaloğu budur işte.
‘Gerek şart’ ve ‘yeter şart’
Sandık ve sandıktan çıkan sonuca saygı, bir demokrasi için ‘gerek şart’tır. Yani seçim sandığı yoksa demokrasi de yoktur.
Ama sandık bir rejimi demokrasi yapmak için ‘yeter şart’ değildir. Suriye’nin eli kanlı diktatörü Esed de seçime girdi, yüzde 90’ın üzerinde oy aldı.
Bir demokrasi için ‘yeter şart’lardan birincisi, iktidara muhalefet etmenin bütün yollarının açık olmasıdır. Vatandaşın insan haklarının eksiksiz olması, özellikle düşünceyi ifade, barışçıl toplantı ve gösteri yapma ile yönetime şikayet dilekçesi verme hakkının eksiksiz olması gerekir. Bütçe hakkının tam olması ve yönetimlere harcadığı her kuruşun hesabının sorulabilmesi, yani örtülü ödenek veya bütçe dışı fon gibi kayıtsız para kaynaklarının olmaması gerekir. Yargı, bir demokratik meşruiyete dayanarak ama kendi içinde tam bağımsız ve tarafsız olabilmeli, herhangi bir ideolojiye değil insan haklarına dayanmalıdır. Yürütme gücü, yasamanın patronu olamamalı, mümkünse yasama ayrı bir seçimle gelmelidir.
Daha sayacağım çok unsur var ‘yeter şart’ olarak ama derdimi anlatabildim sanırım.
Meclis’te yeni bir Anayasa yazmaya uğraşanlar umarım bu ‘Gerek şart’ ve ‘Yeter şart’ ayrımının farkındadır; 1924 Anayasasına geri dönmeyiz.
Paylaş