Çözüm süreci: Suçu birbirimize atmak yerine...

Kapalı kapılar ardında belki bir yıl ama kamuoyu önünde yürütüldüğü kadarıyla 10 ay tamamlandıktan sonra, adına ‘Çözüm süreci’ dediğimiz sürecin çok ciddi bir tıkanma evresine girdiği anlaşılıyor.

Haberin Devamı

İlk olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2012 Aralık ayının sonunda TRT 1’de Taha Özhan, Hatem Ete ve Mustafa Karaalioğlu ile birlikte yapmakta olduğumuz Enine Boyuna programında açıklandı, İmralı’daki Abdullah Öcalan’la hedefi PKK’nın silah bırakması olan görüşmeler yapılmakta olduğu.
O günden itibaren de Türkiye’nin gözü ‘Çözüm Süreci’ne çevrildi. Yüksek beklentiler dile getirildi, hatta ‘Bu işin bu yılın kasım ayına kadar biteceği’ni söyleyen, yazan çizenler oldu.
Gerçek şu ki, evet Türkiye’nin acelesi var; çünkü 30 yıl süren ‘Düşük yoğunluklu savaş’ hali hepimizi yordu. Ama öte yandan sırf sadece son 30 yılı ‘düşük yoğunluklu savaş’la geçmiş, Kürtler açısından bakarsak 80-100 yıldır baskılarla devam eden, hiçbir zaman ateşi tam olarak sönmemiş bir devasa sorundan söz ediyoruz. O yüzden bu sorunun öyle bir yıl içinde bitmesi mümkün olamaz.
Başlangıçta duygular mantığın çok önüne geçti. Açıkçası, yukarıdaki cümleyi yazmaktan bile çekindiğim dönemler oldu, ‘Bunu yazarsam kötümser olmakla suçlanırım’ diye düşündüm. Nitekim bazıları en hafifinden kötümser olmakla suçlandı bile.
Böylesine derin bir toplumsal sorunun hiç tartışılmadan ve hiç aykırı görüş söylenmeden çözüme kavuşturulması söz konusu elbette olamazdı. Ama sanki biz içerde süreci eleştirenlere sürecin kendisine ayırdığımızdan fazla enerji ayırdık.
Şimdi gelinen noktaya neden ve nasıl gelindiği konusunda bir suçlama yarışı başlamış gibi gözüküyor. Herkes birbirine, ‘Sizin yüzünüzden süreç tıkandı’ diyor.
Açıkçası bu tartışmayla çok ilgilenmiyorum artık. Çünkü, süreçte yaşanan tıkanmanın kalıcı olmadığını, bir biçimde sürecin yeniden ilerlemeye başlayacağını düşünüyorum.
Ama bu süreçte bugüne kadar hataların yapılmadığı anlamına gelmiyor. Ciddi hatalar yapıldı; yapılmaya da devam ediyor. Bana soracak olursanız yapılan en temel hata, sürecin başarılı olması halinde en sonunda nasıl bir Türkiye ile karşı karşıya olacağımıza ilişkin senaryoların, ihtimallerin yeterince ortaya konmamış olması.
Çünkü bir yandan diyoruz ki, ‘Bu bir müzakere değil.’
Eğer değilse, en azından hala elinde silah tutan, Türkiye sınırlarını terk etmeyen PKK’ya, ‘Süreç bittiğinde sen şöyle olacaksın’ dememiz lazım.
Biz bunu demediğimiz için de bu kez hem BDP hem PKK hem de Abdullah Öcalan eli yükseltiyor, ‘O zaman müzakereye başlayalım’ diyor. Bugün gelinen tıkanma tam da burada.
Çözüm sürecinin devam etmesi halinde ileride gündeme gelecek demokratikleşme ve özgürleşme paketlerinin yanında çok küçük şeyler içeren son pakete gelen tepkilerin yoğunluğu bile hükümetin aslında ne kadar zor bir zeminde hareket ettiğinin göstergesi.
Bir yandan BDP/PKK tarafından ‘Az şey yapmakla’ suçlanıyor hükümet, bir yandan da CHP ve MHP tarafından ‘Çok şey yapmak’la.
Dediğim gibi eli yükselten PKK, seçim öncesi yeniden terörü başlatma tehdidi dahil pek çok tehdidi dile getiriyor.
Birden bire hükümetin yeniden süreç öncesindeki gibi (tam olarak geçen yıl bu vakitlerdeki gibi) yeniden güvenlik politikalarını öne çıkaran, Meclis’teki BDP’li vekillerle ilgili tezkereleri gündeme almaktan söz eden bir dile dönmesi bile söz konusu aslında.
Ancak unutulmaması gereken bir şey var: Çözüm ufku bir kere gündeme girdi, arada böyle sertleşmeler olsa dahi çözüm perspektifi hep yerinde durur, uyumaya terk edilir belki ama rafa kalkmaz.
Yalnız mesele şu ki, çözümün gecikmesi, bu sürecin sonunda nasıl bir Türkiye’ye ulaşılacağı ile ilgili beklentiyi de değiştiriyor. Esas önemlisi bu.

Yazarın Tüm Yazıları