Paylaş
Özellikle ‘bu satırlar yazılırken’ diyorum, çünkü olaylar gelişmekte ve düne kadar birkaç bin kişi olan Gezi Parkı eylemcilerine şehrin dört bir yanından katılım artmaktaydı. Polisin dün sabahtan beri sürdürdüğü anlamsız şiddetin devam etmesi ve karşıdaki kitlenin de iyice kalabalıklaşması durumunda kimsenin arzu etmeyeceği şeylerin olma ihtimali yüksek.
Tabii, ‘kimsenin arzu etmeyeceği’ sözünü bir nevi klişe gibi kullanıyorum; çünkü polisin son birkaç günden beri davranışına baktığımızda, çok ciddi sorunlar görmemek elde değil, onlara bakarak da polisin olası ‘feci sonuçlar’ı arzu etmediğini söylemek de kolay değil.
Birincisi, kendi açık talimatında havaya doğru ve en az 45 derecelik açıyla ateşlenmesi gereken gaz bombalarının hedef gözetilerek, insan vurmaya çalışılarak ateşlenmesi.
Bu sebeple 8 kişi ağır kava travması sebebiyle hastanelere kaldırıldı. Bunlar arasında gazeteci arkadaşımız Ahmet Şık da var. Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’i kafasından değil ama omzundan vurdular gaz bombasıyla. Umarım kırık yoktur. Çok sayıda insanın sırtına, bacağına gaz bombası kapsülleri isabet etti.
Ama herhalde en vahimi, fotoğrafları da gazetelere yansıdı, vatandaşa yakın mesafeden spreyle gaz sıkmaktı.
Onlar böcek değil, vatandaş. Onlar polisin düşmanı değil, hizmet ve güvenlik sunması gereken vatandaşları. Zaten polis de ordu değil; düşmanı olmaz.
Ama maalesef, polis vatandaşını sadece düşman gibi görmedi, onu aynı zamanda böcek yerine de koydu, üstüne gazı sıktı.
Mesela Taksim Metro İstasyonuna gaz sıkıldı. Mesela, eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun verdiği bilgiye göre caminin içine kadar gaz girdi, cuma namazındaki cemaat dışarı çıkmak zorunda kaldı.
Biber gazı ve göz yaşartıcı gazın aşırı kullanımı sadece Taksim ve civarını değil, bir yanda Ayaspaşa ve Cihangir’deki, bir yanda da Maçka ve Nişantaşı’ndaki insanları da etkiledi.
Tekrar ediyorum: Bu satırların yazıldığı saate kadar polise karşı hiçbir şiddet kullanılmamıştı, şiddeti uygulayan polisin kendisiydi.
Peki bütün bunlar neden oldu, neden yaşandı?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, gerekli yasal izinleri beklemeye gerek duymaksızın Taksim’deki Gezi Parkı’nın ağaçlarını sökmeye kalktı, kesmeye kalktı diye... O ağaçları feda etmek istemeyen, şehrin o bölgesindeki nadir yeşil alanlardan birini korumak isteyen insanlar da parkta bekçilik yapmaya başladı.
Evet öyle. Belediyemizin acelesi var. Ama hukuk diye bir şey de var.
Medyada karartma mı var?
Taksim’de olaylar yaşanırken haber televizyonlarının konuya ilgisizliği çok eleştirildi.
Olaylar canlı yayınlanmalı mıydı? Ölçüsünde, evet.
‘Ölçüsünde’ diyorum, çünkü bu çeşit yayınların tahrik edici, zaten meydanda iyice bozulmuş olan kamu barışını daha da bozucu etkisi olabilir. Ama öte yandan bu bir haberdir aynı zamanda.
Birkaç yıl önce New York’ta Wall Street’teki bir parkın işgali eylemi sırasında TV’lerin ve özellikle The New York Times’ın tutumu çok konuşuldu. İstanbul’da da medyanın tutumu çok konuşulacaktır.
TV’lerin ölçülü bir canlı yayınla meydanda yaşananları aktarmasının bir büyük yararı da olabilirdi: Kamu yöneticileri bu haberlere bakarak polisin nasıl aşırı güç kullanmakta olduğunu görebilir, belki de polisin tutumunu düzeltici biçimde araya girebilirlerdi.
Ama bunların hiçbiri olmadı. Çünkü başlıca haber kanalları konuya ya hiç girmedi ya da Gezi Parkı’nı işgal eden eylemcileri ‘terörist’ olarak yaftaladı.
Taksim’in medyası internet ve sosyal medyaydı. Sosyal medya bir yanıyla ne yaşanmakta olduğunu anında bildiren müthiş bir araç oldu ama bir yanıyla da yalan veya yanlış haberlerin yayılmasına da yardımcı oldu.
Artık haberleri ertesi günü veya akşamı beklemeden anında öğrenmek isteyen bir çağdayız. Medyanın daha iyi bir sınav vermesi beklenirdi.
Paylaş