Paylaş
Elbette iktidar partisi ‘vesayet’ derken öncelikle demokratik sistem üzerindeki asker vesayetinden söz ediyor.
Ki bu sistemle ilgili en önemli vesayet sahiden.
Bu vesayetin fiilen kırıldığını görüyoruz ama yasal olarakm da ortadan kaldırılması gerekir; vesayet anlayışının sona ermesi ise belki de kuşaklar alacaktır.
Yalnız, maalesef demokratik rejimin işlerliği üzerindeki asker vesayeti çok önemli olmakla birlikte vesayet sanıldığından daha yaygın bir sorun bizim demokrasimizde.
Nedir vesayet, önce onu anlamaya çalışalım:
Kabaca halka güvenmemek, halktan korkmak ve halkı halka rağmen korumaya kalkmanın adıdır vesayet.
İlkokuldan itibaren her birimizin bir ‘veli’si vardır; bizi korur ve temsil eder, bizim adımıza bizim için en iyiyi o bilir, o karar verir.
Bir çocuk için belki bu uygulama (belli sınırlar içinde elbette) kabul edilebilir ama yetişkinler için veli/vasi olmaz. (Hasta veya akli melekeleri yerinde olmayanları ayırıyorum.)
Peki bütün bir toplum için veli/vasi/koruyucu olur mu?
Bizim Anayasamız topluma ve siyaset kurumuna güvensizliğin yazılı ifadesidir ve o yüzden vesayet Anayasadan kaynaklanır öncelikle.
Türk solcusu ve Kemalisti halkın yeterince olgun olmadığına, yeterince eğitimli olmadığına dem vurur, ‘Demokrasiye, en azından yüzde 100 demokrasiye hazır değiliz’ der. Yani bir anlamda halkın velisi/vasisi olmak ister.
Türk sağcısı ise her fırsatta ‘Halkın dediği olur-Yeter söz milletin’ der ama o da halka güvenmez, ona veli/vasi olmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz.
Türkiye’nin idari düzeni, seçilmiş belediye başkanının ‘siyasi kaygılarla’ şehrini yöneteceğini peşinen varsayar, o yüzden onun başına Ankara’nın ‘merkezi vesayet’ini temsilen bir vali, bir kaymakam koymadan edemez.
Böyle onlarca yüzlerce örnek verebilirim, gündelik hayatımızın her köşesine sinmis vesayet anlayışlarıyla ilgili. Temelde hepsi birbirine benzer: Halka güvenmemek, halkın başı boş bırakılırsa yanlış işler yapacağını peşinen kabullenmek.
Bu vesayetin son örneği, içki reklamlarını ve tüketimini sınırlamayı öngören yasa.
Amaç elbette reşit olmayanları, yani çocuk ve ilk gençlik dönemindekileri içkiden uzak tutmak. Dediğim gibi, çocuklar söz konusu olunca veli/vasi düzenini veya ‘devlet baba’yı makul bulabiliriz.
Peki ya yetişkinler?
Onların içkiyi ağızlarıyla değil başka bir yerleriyle içeceklerini nasıl peşinen varsayabiliriz?
Yasa, sadece çocukları içkiden korumakla yetinmiyor, alkol satış, tanıtım ve içimine getirdiği bazıları yeni düzenle, toplumun hayat tarzına müdahale ediyor, adıyla söyleyelim bir nevi toplum mühendisliği yapıyor.
Bunun adı vesayetçiliktir.
Yasa koyucu, beni benden korumaya çalışıyor. Sözde bunu iyi niyetle yapıyor. Ama benim koruyucuya da korunmaya da ihtiyacım yok. Ben bir yetişkinim ve kendimi zararlı şeylerden koruyabilirim.
Umarım Sevan Nişanyan AİHM’ye gider
Kaşla göz arasında ifade özgürlüğünün sınırları konusunda yeni bir mahkeme kararımız oldu. Yazar Sevan Nişanyan, kendi internet sitesine yazdığı bir yazıdan ötürü ‘dine hakaret’ten suçlu bulundu ve hapse mahkum edildi. Nişanyan, daha önceden ertelenmiş bir başka cezası olduğu için bu kez ona ceza erteleme uygulanama-yacak, yani Yargıtay mahkeme kararını onarsa hapse girecek.
Söylediği söz yüzünden, yazdığı yazı yüzünden bir insanın hapse girmesi, Türkiye’nin bütün ‘demokratik-leşme, özgürleşme’ iddialarıyla çelişen bir durum.
Daha önce Fazıl Say hakkında verilen kararla ilgili söylediklerim Nişanyan kararı için de geçerli. Mahkeme, söylenen sözün ‘yakın açık tehlike’ oluşturmadığını bile bile onu mahkum ediyor, yani aslında önündeki yasa maddesini çiğniyor.
Eğer cezası Yargıtay’da onanırsa Sevan Nişanyan hakkını önce Anayasa Mahkemesi’nde, sonra da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arayacaktır eminim. Ve yine eminim kazanacaktır.
Paylaş