Paylaş
Şimdi de oğlum ileride hatırlayacak, 90. kuruluş yıldönümünde de Marmaray açıldı.
Kalkınma sevdalısı cumhuriyetin sembolleri bunlar bizde. Köprü, baraj, tüp geçit, fabrika...
Galiba ‘gelişme’den anladığımız da bu. Yollar, köprüler, demirağlar, barajlar, fabrikalar...
Bir gün cumhuriyetin insan hakları, demokrasi, insani gelişmişlik, insanların mutluluğunu sağlama olduğunu da anlayacağız; o zaman köprülerin, yolların, demirağların yanına insanımızı da koyacağız inşallah.
Bütün bunları yazıyorum ama Marmaray’ı küçümsediğim sanılmasın. Demiryolunun Edirne’den Tatvan’a kadar kesintisiz olması, İstanbul içinde iki kıyıyı birbirine bağlayan raylı bir toplu taşıma sistemi yapılması son derece önemli.
Belki çok gecikmiş bir yatırım ama nihayet yapıldı; mutlaka İstanbul’un çok işine yarayacak, şehirde yaşayanların hayat kalitesine olumlu anlamda ciddi katkı yapacaktır.
Proje henüz tamamlanmış değil; tamamlandığında Halkalı’dan Gebze’ye kadar kesintisiz banliyö treni işleyecek; İstanbul-Ankara arası hızlı tren çalışacak. Az şey değil bunlar.
Buraya kadar söylediklerimi eminim birileri, ‘Yandaş yazar hükümete yaranıyor’ diye düşünerek ve hafif bir iğrenme duygusuyla okudu, eğer okuduysa.
Oysa bunların hükümetle ilişkisi yok. Boğaz köprüsünü hepimiz kullanıyoruz ve kimin yaptığını, yaparken ne kavgalar verdiğini hatırlamıyoruz bile. Üstelik, o köprüyü yapan iktidarın ilk yerel seçimde İstanbul’u en büyük rakibi CHP’ye kaptırdığını da unutuyoruz.
Marmaray’ın açılışından 29 Ekim gecesi yapılan havai fişek gösterisine kadar pek çok şeyin bu toplumda artık bölünme vesilesi olmasına şaşırmamaya başlayalı epey oluyor. Galiba artık milli maçlar bile bölünme vesilesi bizim için; Türk milli takımı Hollanda’ya yenilsin diye dua ettiğini yazanları bile gördüm.
Siyasi çekişmenin ve anlaşmazlığın vardığı bu boyut, yıllardır bağıra bağıra ‘Geliyorum’ diyor. En son bu boyutta bir ayrışmayı ben 2007 yılında görmüştüm; bu kutuplaşmalarımızla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hep birbirine denk gelmesi tesadüf olmasa gerek.
Bakın 1961 Anayasası’nın giriş bölümünde şöyle bir cümle başlangıcı vardı: ‘Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde...’
Halen yürürlükte olan Anayasanın başlangıç bölümünde ise şöyle giriliyor bir cümleye: ‘Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla...’
‘Kaderde, kıvançta ve tasada ortak olmak’ bu ülkede temenniden öteye gidemeyen bir kalıp. İşte bakın, bir tarafın kıvanç duyduğundan öteki taraf tasalanabiliyor; bir tarafın tasasından ise diğerleri kıvanç duyabiliyor.
Bu durum gizlenemez bir biçimde önümüzde olduğu için herhalde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Kutuplaşma bizim yüzümüzden olmadı’ diyor.
Oysa kendini böyle bir savunma yapmak durumunda hissetmesi bile yeterince şey söylüyor Başbakanın.
Kutuplaşmanın kimin kusuru olduğunu veya kimin bu fenalıkta daha fazla payı olduğunu aramanın anlamı yok. Bunu aramaya yönelik her laf kutuplaşmaya da bir katkıdır esasen; ‘Mahallede top oynuyorduk can kırıldı ama ben kırmadım o kırdı’ demekten farkı yok.
Tasada ve kıvançta ortak olmaktan çıkan iki Türkiye var elimizde. Ne yapacağız da kimseyi dışlamadan, ötekileştirmeden, suçlamadan, marjinal saymadan bu iki Türkiye’yi yeniden farklılıklarıyla bir arada duran ‘tek Türkiye’ yapacağız?
Cumhuriyet rejimi bunu hepimizi tektipleştirmeye çalışarak yapmayı denedi, sonuç ortada.
Acaba bir de gerçek kuvvetler ayrılığı içeren demokrasiyi, insan haklarını, çoğulculuğu denesek? Belki o zaman başarırız...
Paylaş