Paylaş
Anayasadan demokrasiye, seçimlerden sokak gösterileri ile başa çıkma yollarına kadar pek çok konuda görüşlerini Esad’a anlatmış, onu sokakta gösteri yapanların üzerine çok sert gitmemesi, tam tersine demokratik reformlar yapması için iknaya çalışmıştı Davutoğlu.
Bu görüşmenin içeriğini Davutoğlu defalarca anlattı; birkaç tanesine ben şahsen tanığım. Davutoğlu’nun Esad’a verdiği öğütlerden biri, ‘Etrafındaki güvenlikçilerin her dediğini yüzde 100 doğru kabul etme’ cümlesiydi.
Davutoğlu, Esad’a ‘Her şeyi güvenlik gözlüğünden görenlerin demokratik, sosyolojik gelişmeleri yanlış yorumladığını ve kendisini de felakete sürüklediğini’ söylemişti.
Gerçekten de cuma
namazı sonrası camilerin etrafında toplanıp barışçıl protesto gösterisi yapanlara gerçek mermilerle
saldırmasaydı Esad, onun yerine önce muhalefet partilerine de izin verip yerel seçimler yapsaydı, ardından anayasa reformuyla bir çeşit çokpartili parlamenter sisteme izin verseydi ve son olarak da Cumhurbaşkanlığı için çok adaylı seçimlerin önünü açsaydı, bugün dünyanın gündemi çok farklı olurdu.
Davutoğlu’nun tavsiyesinin tam tersine, üzerlerine gerçek mermiyle ateş edilen o barışçıl göstericiler kısa zamanda ‘silahlı muhalefet’e çevrildiler, ülke kan gölüne döndü, Esad’a keskin nişancılar yetmedi kendi hava kuvvetleriyle ve kendi kimyasal silahlarıyla kendi halkını toplu halde öldürmeye de başladı ve aslında hâlâ daha da güvenliği sağlayamadı.
Bütün bunları neden anlatıyorum?
Suriye’de olacakları taa o zaman görmüş ve Esad’ı uyarmış olan Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki Türkiye hükümeti bugün kendi halkıyla ilgili olarak ciddi güvenlik endişelerinin esiri olmuş durumda.
Evet geçen haftaki ‘serhildan’ provası çok can yakıcıydı, onlarca vatandaşımız öldü ama yangının üzerine körükle gitmek, ‘Misliyle karşılık veririz’ demek, ‘Yanan bir TOMA’nın yerine 10 TOMA alacağız’ demek güvenlikçi bakış açısı değildir de nedir?
Halkla doğrudan yapıcı bir dille iletişime geçmek yerine, ‘Ben devletim, kafanı dışarı çıkarırsan yumruğumun gücünü tadarsın’ demek ne zaman olumlu sonuç vermiş ki bugün versin?
Amerika’nın Irak ve Suriye stratejisini sorguluyoruz, iyi de yapıyoruz ama ya kendi iç barışımız için bizim stratejimiz?
Sahiden sadece TOMA alma tehdidinden oluşmayan bir stratejimiz var mı? Varsa niye uygulanmaz?
Yargı reformunda CHP’ye düşen büyük görev
HÜKÜMET, 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarından beri bir anlamda züccaciyeci dükkânına girmiş fil gibi hareket ediyor.
Bu iki operasyonun kendisine karşı bir ‘darbe girişimi’ olduğunu öne süren hükümet, başta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası olmak üzere çok sayıda temel yasada değişiklik üzerine değişiklik yapıyor. Amaç, polis ve yargı marifetiyle gelecek ‘saldırı’ları işlevsiz kılmak.
Biliyorsunuz, 12 Ekim’de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 10 üyeliği için bir seçim yapıldı. Bu seçim için uzun ve hiç de hoş olmayan kampanyalar yapıldı. Son kertede hükümet, yargı mensupları içinde yer alıp cemaatten hazzetmeyenlerden bir koalisyon kurdu ve bu koalisyon seçimi 8-2 kazandı.
Kazandı ama arkada da çok büyük bir hasar kaldı.
Bir numaralı hasar, hükümetin ‘Bana karşı darbe girişiminde bulunuyor’ dediği cemaatin adaylarının yargı mensuplarının yüzde 40’a yakınının oyunu almış olması. (Bu arada cemaatin de seçimde bazı ulusalcı yargı mensuplarıyla ittifak kurduğunu unutmayalım, yani o yüzde 40’ın tamamı cemaatçi değil.)
Belki dört yıllığına yargının cemaat kontrolüne girmesi engellendi ama buna karşılık yargının hükümetin kontrolüne girdiği tartışmaları başladı haklı olarak.
Sonuç olarak bu seçim, en büyük kaybedeni cemaat olan ama aslında kimsenin kazanmadığı, hatta herkesin değişik derecelerde kaybettiği bir seçim oldu.
Bizde konular sıcakken çok konuşulur, sonra mesele soğuyunca da unutulur gider. Bu sefer böyle olmamalı. Çünkü yargı meselesi, sorunları yok kabul edip onları halının altına süpüreceğiniz bir alan değildir; olamaz da. Zaten bugünkü sorunlarımız, o sorunları halının altına süpüre süpüre oluştu.
Bence bu aşamada en kritik ve yapıcı görevlerden biri, ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’ne düşüyor.
Bu parti, çalışıp araştırıp yargımızın idari yönetimini bir daha bu çeşit sorunların yaşanmayacağı bir şekilde çözecek bir Anayasa değişikliğini iktidara önerebilir. 2010 referandumuyla değişen HSYK ile ilgili anayasa maddesi, bir kez daha ama bu sefer büyük bir uzlaşmayla yeniden düzenlenebilir. Ben hükümetin de böyle bir öneriye kapalı olduğunu düşünmüyorum.
İki ana siyasi akımın içlerinden gelen gerçek bir uzlaşmayla çıkardığı kanunların ülkemizde uzun süre kalıcı olduğunu, bu uzlaşmanın ilk ürünü olan seçimlerin denetimi hakkındaki kanundan biliyoruz.
Paylaş