Paylaş
Hangi davranışlar ‘normal’dir, hangi davranışlar ‘hastalık’tır. Neyin hastalık, neyin ‘norm’ olduğuna kim karar verecektir?
Daha da beteri var: Yakın tarihe kadar, ‘normal’ bulmadıklarımızı akıl hastanelerine kapatıyor, hatta bir takım ‘doktor’ların onları canlı denekler olarak kullanması dahil olmadık şeylere izin veriyorduk.
Nazi Almanyası (ve Avrupa’da İsveç dahil başka ülkeler) akıl hastalıklarının nesilden nesile geçebileceğine inanıyordu; o yüzden ‘deli’ dedikleri insanları onlara sormadan kısırlaştırdılar, hatta öldürdüler.
‘Hasta’ olduğu söylenen ve sırf ‘hasta’ bulundukları için toplunmdan soyutlanan insanların gördüğü ayrımcı feci muamele bir yana, akıl hastalıkları veya rahatsızlıklar söz konusu olduğunda en önemli konu, neyin ‘normal’ neyin hastalık olduğuna kimin nasıl karar vereceği.
Amerika’da Psikiyatristler Birliği adlı kuruluş, tam da bu soruya cevap vermek için ‘Diagnostic and Statistical Manual’ (DSM) bir geniş katalog yayınlıyor. Bu ‘akıl hastalıkları katalogu’nun sonuncusu, DSM-5 geçen hafta yayınlandı.
Bu katalogun kendisi çok tartışmalı zaten. Çünkü yıllardır, ‘hastalık’ tanımını çok genişlettiği ve bu yolla aç gözlü ilaç endüstrisinin para kazanma aracı haline geldiği iddia ediliyor. İddialar yenir yutulur gibi değil.
Gerçekten de, çocukluktaki utangaçlık, kızgınlıklara kapılmak, sevdiğiniz birinin ölümünden sonra depresyon geçirmek gibi şeyler bile ‘hastalık’ olarak niteleniyor ve ilaçla tedavisi öneriliyor.
Tabii psikiyatristler ‘hastalık’ terimi yerine ‘bozukluk’ terimini tercih ediyor ama bazen ‘bozukluk’ terimi bile ‘saldırgan’ bulunuyor, mesela geçen hafta yayınlanan son DSM’de daha önce ‘Cinsel Kimlik Bozukluğu’ olarak adlandırılan ‘hastalık’a yeni bir isim verildi: Cinsel Memnuniyetsizlik. (Gender Dysphoria)
Dedim ya bu DSM uzun yıllardır eleştiriliyor diye, iki hafta önce hiç beklenmedik bir yerden yeni bir saldırı geldi ‘akıl sağlığı kataloğu’na: Amerikan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nden.
Enstitü, bundan böyle akıl sağlığı ile ilgili yapılacak araştırma ve deneylerde DSM’de kategorize edilmiş olma şartını aramayacağını duyurdu. Yani, psikiyatristlerin DSM’sine meydan okunmasının, bunun da Amerikan federal bütçesinden gelecek parayla yapılabilmesinin önünü açtı enstitü.
Tabii enstitünün bu kararı haftalardır Amerika’da tartışılıyor, her türlü görüş söyleniyor. Ama bu arada ilginç bir şey daha oldu; geçen hafta İngiltere’de psikologlar DSM’ye saldırdı.
İngiliz psikologların çatı örgütü olan Royal Psychological Society’nin içindeki klinik psikologların örgütü olan DCP (Division of Clinical Psychology) bir bildiri yayımlayarak bütün akıl hastalıklarının kimyasal olaylardan ibaret sayılamayacağını, psikiyatristlerin bu yaklaşımının çoğu zaman gereksiz ilaç kullanımına ve hastalarda yan etkilere neden olduğunu duyurdu.
Bu çok renkli ve aslında bir bakıma da heyecanlı bir tartışma aslında.
Renk de heyecan da aynı kaynaktan geliyor: Tartışmanın bütün tarafları söylediklerinde hem haklılar hem haksız.
Psikiyatristler, önce bir durumun ‘hastalık’ olarak veya ‘anomali’ olarak saptanması, yani teşhis edilmesi gerektiğini söylerken haklılar.
Ama durduk yerde ‘dikkat bozukluğu’ veya ‘internet bağımlılığı’ gibi şeyleri ilaçla tedavi edilmesi gereken ‘hastalık’ kategorisine sokarken çok abartıyorlar. Aynı şekilde, bütün depresyonları da ilaçla tedavi edilmesi gereken bir şey sayarken, kurunun yanında çok ama çok sayıda yaş da yaratıyorlar.
Psikologlar da haklı. Her ne kadar bir süreden beri klinik psikologlar ciddi bir teorik sıkıntıyı aşmaya, adıyla söyleyelim uğraştıkları bilim dalını Freud ve Jung’un gölgesinden kurtarmaya çalışıyorlarsa da, bütün bozuklukların beyin kimyasındaki bozulmalardan kaynaklanmıyor olabileceğini söylerken ciddi dayanakları var. Var ve klinik yöntemlerle ‘hasta’ tedavi de ediyor olmaları, içinde bulundukları disiplinin bir ‘pozitif bilim’ sayılmasına yetmiyor. Psikolojinin gideceği daha çok yol var.
Paylaş