İsmet Berkan

Yerin 1500 metre altında karanlık madde avı

10 Kasım 2013
Aslında tam söylemem gerekirse 1478 metre.

Evet, Amerika’da, Güney Dakota’daki eski adı Homestake olan terk edilmiş maden ocağında fizikçiler evrenimizin dörtte birini oluşturduğu hesaplanan karanlık maddeyi arıyorlar.
Bazıları bu deneyi CERN’deki ‘Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ deneyiyle bile kıyaslıyor.
Yerin 1378 metre altında, bir ‘havuz’un içi tam 370 kilogram ağırlığında sıvı Xenon ile dolduruldu. Havuzun altına üstüne son derece hassas dedektörler kondu.
Bütün bu işler fizikçilerin neredeyse beş yılını altı ve kısa adı LUX (Lux, latince ışık demek, deneyin adı ise ‘Large Underground Xenon’un kısaltması) olan deney bu yılın başında başladı.
Yani, uzaydan gelecek ‘karanlık parçacık’ların bu havuzda Xenon atomlarının çekirdeklerine çarpması ve bu çarpışmaların da son derece hassas dedektörlerce anında saptanması umuldu.
Hemen sorabilirsiniz, neden yerin o kadar altında?
Yerin o kadar altında, çünkü bilimciler dünyamıza sürekli isabet eden ve ‘normal’ maddeden oluşan diğer kozmik ışımaları mümkün olduğunca azaltmak istediler.

Yazının Devamını Oku

Eğitimi düzeltmek mi istiyorsun? İşe öğretmenlerden başla...

9 Kasım 2013
Herkes, ‘Eğitimi düzeltmek lazım’ diye konuşuyor ama ne demek ‘Eğitimi düzeltmek’ bu konuda aramızda bir anlaşma olması lazım.

Bana göre, ‘düzgün eğitim’ şu demek: Nasıl ailelerden geliyor olurlarsa olsunlar bütün çocukların eşit doğduğu varsayımından hareket eden ve onların doğumdaki bu eşitliğini okuldaki ilk 12 yıllarının sonunda mümkün olduğunca muhafaza eden sistem.
Tabii bu eşitliği, sefalette, yani en az bilgi düzeyinde değil dünyayla rekabet eder, hatta dünyanın ilk onu arasına girer bir bilgi/eğitim seviyesinde gerçekleştirmek.
Bu varsayım, hiçbir çocuğun eğer yeterince ilgi gösterilirse okulda başarısız olmayacağını, belli bir ortalamayı mutlaka tutturabilecek kapasiteye sahip olduğunu doğal olarak içerir.
İlk sekiz yılın sonunda çocuklar arasında elbette farklar olacaktır ama matematik, fen ve dili kullanma becerisi gibi temel alanlarda bu fark yüzde 10-15’i aşmamalıdır.
Bilen biliyor, bizim mevcut sistemimizin tam tersini söylüyorum burada. Türkiye’de lise mezunları arasındaki eşitsizlik öyle büyük boyutta ve biz bilmeden bu eşitsizliği öyle çok alkışlıyoruz ki, şimdi ‘eşitlik’ dediğimde, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın o kelimeye boş gözlerle baktığını tahmin etmem zor değil.
Dünyanın en iyisi kabul edilen ve uzun yıllardır da bu tahtını koruyan Finlandiya’nın eğitim sistemi tam da böyle bir sistem işte. Bundan aşağı yukarı 40 yıl önce gerçekleştirilen bir reformun sonunda doğmuş Finlandiya’nın eğitim sistemi.
Sistem, çocukların neredeyse doğdukları andan itibaren ‘öğrendikleri’ varsayımı üzerine kurulu. O yüzden her doğumdan sonra ailelere bir kitap veriliyor.

Yazının Devamını Oku

Eğitimde bitmeyen kalite sorunumuz

8 Kasım 2013
Salı günü bu köşede çıkan yazının başlığı ‘Ak Parti’nin en büyük başarısızlığı’ idi.

Konumuz eğitimdi ve salt okulda geçirilen süre bakımından bakıldığında bile 1997’den 2010 yılına gelene kadar bu alanda pek az şeyin değiştiğini anlatıyordum.
Kabaca özetlemek gerekirse, Türkiye’de nüfusun yüzde 70’i ilköğrenim mezunuydu sadece. Şimdi 12 yıllık zorunlu eğitimin devreye girmesiyle bundan 4 yıl sonradan itibaren bu istatistik düzelmeye başlayacak.
Hoş üniversitelerimizde hala çağ nüfusunun ancak yüzde 40’ını okula gönderebiliyoruz ama üniversite sayısının artmasıyla ileride bu istatistik de düzelecek, bu alanda bizden çok daha başarılı gözüken Güney Kore, Finlandiya gibi örneklere yaklaşacak rakamlarımız.
Ancak eğitim dediğiniz şey bugün 5 yaşında olan çocuğun sadece okulda 16 yıl vakit geçirmesi değil. O geçirilen vakitte ne öğrendiğiniz, yani eğitimin kalitesi en az süre kadar, hatta ondan bile fazla önemli.
Peki eğitimin kalitesini nasıl ölçeceğiz?
Çok iyi bir araç değil belki ama bir fikir vermesi bakımından mesela her yıl yapılan üniversiteye giriş sınavına bakabiliriz.
Bu yılki sınavda 50 matematik sorusu soruldu, bu sınava giren lise son sınıf öğrencisi 336 bin 444 öğrenci ortalama 12.88 doğru cevap verdi. Yani bu kadar öğrenci tek bir kişi olsaydı, matematikten alacağı not 100 üzerinden 25.8 olacaktı.

Yazının Devamını Oku

AK Parti’nin en büyük başarısızlığı...

5 Kasım 2013
Türkiye’de son 11 yılda, yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 sonundan bugüne kadar pek çok şey değişti ama bir şey değişmedi, aynı kaldı.

O şey de, eğitim sistemimizin başarısızlığı.
Mesela 11 yıl önceye göre ifade özgürlüğümüzde kısmi ilerlemeler oldu; mesela başörtülüler önce üniversiteye girebilir, sonra da kamuda çalışabilir, milletvekilliği görevini yapabilir oldu; mesela 17 bin kilometre duble yol ile karayolları ağımız daha işlek ve güvenilir oldu; mesela sağlık sistemine vatandaşın erişimi kolaylaştı ve arttı; mesela kişibaşına gelir 2 bin dolarlardan 10 bin doların üzerine çıktı; mesela ev sahipliği arttı; mesela şehirleşme arttı...
Özellikle genel anlamda hayatı olumlu yönde etkileyen değişiklikleri sayıyorum; yoksa bazı değişikliklerden memnun olmayan, memnun olmamak ne kelime nefret edenler de var, onların itirazları şimdilik konumuz değil.
Bütün bu olumlu değişikliklere karşılık, Türk milli eğitim sisteminin çıktısı değişmedi; aynı kaldı. Ve iddia ediyorum; bu alandaki başarısızlık, vatandaşın hayatını genel anlamda etkilemesi bakımından diğer bütün iyileşmeleri tamamen yok etmese bile çok ama çok küçültecek bir başarısızlık.
Bakın bu grafiği Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı Verimlilik Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde yayınladığı ‘Verimlilik Stratejisi ve Eylem Planı’ taslaklarından ‘Eğitim’ başlıklı rapordan aldım.
1997’de nüfusumuzun yüzde 80’e yakını eğitim diye sadece ilköğretimden mezun oluyormuş, bugün yüzde 70’e yakını.
1997’de nüfusumuzun yüzde 10’dan biraz fazlası orta öğrenim mezunu imiş, bugün yüzde 20’den biraz azı.

Yazının Devamını Oku

Burnumuzun dibinde paralel evrenler mi var?

3 Kasım 2013
Hayır hayır, televizyon dizilerinin çok popüler ettiği kuantum mekaniğinden kaynaklandığı öne sürülen paralel evrenlerden söz etmiyorum.

Onlar, parçacığın gözlenmezkenki halinin tahmin edilemezliğinden hareketle ortaya konan teoriler. Yani bizim gözlediğimiz ve gözlediğimiz için ‘kuantum durumu’ çöken parçacık bir yere gidiyor. Peki ya gözlemediğimiz durumlar için parçacığın gidebileceği yüzlerce, binlerce, milyonlarca diğer yol? Ya onlar da bizim gözlemci olmadığımız başka başka evrenlerde ‘mümkün’ oluyorsa?
TV dizilerinin dayandığı paralel evren teorisi çok kabaca böyle. Ama bugün anlatacağım bu çeşit bir paralel evren değil.
Amerika’da yayınlanan Discovery Dergisi’nin Temmuz-Ağustos sayısında Corey Powell imzasıyla çıkan bir yazı aylardır kafamı kurcalıyor. Son olarak açıklanan LUX deneyinin sonuçlarıyla birlikte bu yazının ana fikrini burada aktarmam gerektiğini düşündüm.
Türkiye’nin bütün çabalara rağmen bir türlü tam üyesi olamadığı, hala gözlemci üye statüsünde kaldığı Avrupa Uzay Ajansı (ESA) geçen baharda Planck uzay aracının 15 aylık araştırmasının sonuçlarını yayınladı. Buna göre, evrende bizim görebildiğimiz, elle tutabildiğimiz madde, toplamın sadece yüzde 4.9’uydu. Yani, kendimizi evrenin merkezine koyuyoruz, her şeyin bizim için var olduğunu sanıyoruz falan ama aslında evrenin sadece yüzde 4.9’uyuz.
Peki gerisi ne? Evrenin yüzde 26.8’i görünmeyen ama varlığını dolaylı yoldan hissettiğimiz ‘karanlık madde.’ Sonra? Esas büyük parçayı, yani evrenin kütlesinin yüzde 68.3’ünü oluşturan ‘şey’i isimlendiremiyoruz bile. Bu formu olmayan bir enerji. Bazıları ‘karanlık enerji’ diyor ama henüz tam bir anlaşma sağlanabilmiş değil.
Amsterdam Üniversitesi’nden Chiristoph Weniger, 2012’nin ocak ayında bizim galaksimizin tam da merkezinde tuhaf bir radyasyonu ölçmeye başladı. Bunu yeterince inceledikten sonra da, bu radyasyonun ‘karanlık madde’ parçacıklarının birbiriyle etkileşiminden, çarpışmasından vs doğan bir radyasyon olduğu sonucuna vardı. Bu çarpışmaların sonunda daha önce görülmez olan bir şey birden görülür hale geliyordu, yani Weniger tarafından gözleniyordu.
Ama esas fikri sıçrama Weniger’in de bulgularına dayanan Harvard Üniversitesi’nin teorik fizikçileri Lisa Randall ve JiJi Fan’dan geldi. Randall ve JiJi, ‘karanlık madde’nin üniform bir şey olmayabileceğini, aynen bizim görünür evrenimizdeki gibi farklı parçacıklar, hatta atomlardan oluşuyor olabileceği fikrini ortaya attılar.

Yazının Devamını Oku

5 yaşındaki çocuğunuzun gelecek ümidi ne kadar?

1 Kasım 2013
İzmir İktisat Kongresi yapıldı, bitti. Geriye kongreye sunulan raporlar, yapılan konuşmalar kaldı.

Türkiye bu kongreyi, 1923’te daha cumhuriyet bile kurulmazdan önce yapmış, kendisine iktisadi yol aramıştı. Bugün de aradan 90 yıl geçtikten sonra amaç farklı değildi. Türkiye, 2023 için, yani cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıl dönümü için vizyon ve yol arayışında.
Ortaya konan bazı hedefler var. En meşhuru, Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapmak.
Esasen Türkiye epey bir zamandan beri ilk 20 ekonomi içinde. Son on yılda elde edilen büyük sıçrama, Türkiye’nin dünya sıralamasındaki yerini çok az değiştirdi.
Demek ki ilk on ekonomiden biri olabilmek için önümüzdeki on yılda geride kalan on yıla göre çok çok daha büyük bir sıçrama yapmamız lazım.
Peki bunu nasıl yaparız?
Bir yandan Kalkınma Bakanlığı, bir yandan da Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı harıl harıl strateji belgeleri hazırlıyor, ilk on ekonomi arasında girmek için yollar öneriyor.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı Verimlilik Genel Müdürlüğü, 2014-17 yıllarını kapsayacak Verimlilik Stratejisi ve Eylem Planı başlığıyla bir dizi rapor hazırladı ve bu raporlar Bakan Nihat Ergül tarafından İzmir İktisat Kongresi’nde duyuruldu, tartışmaya açıldı. (Meraklıları raporlara http://vgm.sanayi.gov.tr/NewsDetails.aspx?newsID=7650&lng=tr web adresinden ulaşabilir.)

Yazının Devamını Oku

Benim kıvancım senin tasan senin kıvancın benim tasam

1 Kasım 2013
ÇOCUKLUĞUMDAN hatırlıyorum, Cumhuriyet’in 50. yılında İstanbul’da halen ‘birinci köprü’ olarak hizmet veren Boğaziçi Köprüsü açılmıştı.

Şimdi de oğlum ileride hatırlayacak, 90. kuruluş yıldönümünde de Marmaray açıldı.
Kalkınma sevdalısı cumhuriyetin sembolleri bunlar bizde. Köprü, baraj, tüp geçit, fabrika...
Galiba ‘gelişme’den anladığımız da bu. Yollar, köprüler, demirağlar, barajlar, fabrikalar...
Bir gün cumhuriyetin insan hakları, demokrasi, insani gelişmişlik, insanların mutluluğunu sağlama olduğunu da anlayacağız; o zaman köprülerin, yolların, demirağların yanına insanımızı da koyacağız inşallah.
Bütün bunları yazıyorum ama Marmaray’ı küçümsediğim sanılmasın. Demiryolunun Edirne’den Tatvan’a kadar kesintisiz olması, İstanbul içinde iki kıyıyı birbirine bağlayan raylı bir toplu taşıma sistemi yapılması son derece önemli.
Belki çok gecikmiş bir yatırım ama nihayet yapıldı; mutlaka İstanbul’un çok işine yarayacak, şehirde yaşayanların hayat kalitesine olumlu anlamda ciddi katkı yapacaktır.
Proje henüz tamamlanmış değil; tamamlandığında Halkalı’dan Gebze’ye kadar kesintisiz banliyö treni işleyecek; İstanbul-Ankara arası hızlı tren çalışacak. Az şey değil bunlar.

Yazının Devamını Oku

90’ıncı yılında Cumhuriyetimizin içeriğini konuşmak

29 Ekim 2013
TARİHTE daha önce de örnekleri olmakla birlikte cumhuriyet, önce Amerikan (1776) sonra da Fransız (1789) Devrimleri’nin bir sonucu, Aydınlanma Çağı’nın yönetim biçimidir.

Bireylerin, kaderleri kralın veya padişahın iki dudağı arasında ‘teba’ olmaktan ülkenin ortak sahibi ‘vatandaşlar’ haline gelmesinin adıdır Cumhuriyet. O bakımdan, tanımı gereği demokrasiyi, eşit vatandaşlığı, hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını da içerir.
Bizim cumhuriyetimiz, ülkeyi işgal altında tutan Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya ile onlarla işbirliği içindeki İstanbul’daki padişaha rağmen verilen bir bağımsızlık savaşının sonunda kurulmuş, hak edilmiş bir cumhuriyettir.
Ancak hakedilmiş, bu milletin büyük fedakarlıklarıyla kurulmuş olan cumhuriyetin bundan 90 yıl önce ‘cumhuriyetçilik’ fikri açısından içeriğinin bir hayli zayıf olduğunu da görmemiz gerekir.
Cumhuriyetin kuruluşunun çok zor ve ağır şartlar altında, büyük imkansızlıklar içinde olduğunu hep akılda tutmalıyız ama şunu da görmeliyiz: Cumhuriyet, bizim açımızdan öncelikle bir yönetim biçimi hayata geçmiştir; tebayı vatandaşlık statüsüne çıkaran, onu her bakımdan eşit kılan, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı olan, bu bakımlardan da bir büyük fikri sıçrama anlamına gelen bir şey değildir.
Önce, daha ‘iyi’ daha ‘modern’ ve daha ‘şık’ bir yönetim biçimi olan cumhuriyete geçilmiş, sonra da o cumhuriyetin içi cumhuriyetçi fikirlerle, cumhuriyetçi hukukla, cumhuriyetçi anlayışla doldurulmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin içini cumhuriyetçi fikirler ve uygulamalarla doldurma işinin bugün bile tamamlandığını söyleyemeyiz.
Devleti önceleyen, devleti kurtarmaya çalışan ve devleti yücelten cumhuriyetin bireyi yüceltmesine, eşit vatandaşlığı aktif olarak hayata geçiren bir tutum almasına, insan hak ve özgürlüklerini eksiksiz uygulamasına, demokrasinin tartışmasız biçimde yerleşmesine aradan 90 yıl geçtiği halde ulaşamamış olmamız, cumhuriyeti kuranların kusuru değil. Bütün suçu ve sorumluluğu onlara atarak kendimizi kurtaramayız, böyle söyleyerek bir sonuç da alamayız.

Yazının Devamını Oku