İsmet Berkan

2013’ün kelimesi: Bilim...

8 Aralık 2013
İNGİLİZCE dilinin çok sayıda sözlüğü var ama bunlardan iki tanesi sahiden büyük.

Biri Oxford Üniversitesi yayınevinin sözlüğü, diğeri de Webster sözlüğü.
Geçenlerde Oxford sözlüğü, ‘selfie’ kelimesini ‘Yılın kelimesi’ ilan etti. ‘Selfie’yi Türkçeye çevirmek, tek bir kelime olarak ifade etmek neredeyse imkansız. Özellikle sosyal paylaşım ağlarında kendi kendisinin fotoğrafını çekip paylaşan çok sayıda insan var. İşte bu kendi fotoğrafını çekme eyleminin adı ‘selfie.’
Bir üniversite olan Oxford’un bu ‘Yılın kelimesi’ seçimine karşılık; Miriam Webster isimli biri tarafından başlatılan ve epeydir yayınlanan Webster Sözlüğü, yılın kelimesi olarak ‘bilim’i seçti. Üstelik bu seçimini bilimsel bir yolla da anlattı.
Sözlük firmasına göre ‘bilim’ sözcüğü, internet arama motorlarında 2013 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 176 daha fazla kez aranmıştı. Bu da, bilimin hayatımıza daha fazla girdiğinin kanıtıydı.
Webster’ın listesinde ikinci kelime ‘cognitive’ kelimesi. Yani, ‘bilişsel.’ Yılın iki numaralı kelimesi olmak için fazla ‘entel’ bulabilirsiniz ‘bilişsel’ kelimesini ama dünyanın dört bir yanında insan beynine ve beynin çalışma biçimine gösterilen ilginin patladığını, bu alanda ciddi bir popüler kitap patlaması yaşandığını düşünürseniz belki bu kelimenin seçilmesini de ‘adil’ bulabilirsiniz.
Webster’ın bilimsel seçimleri ve yılın kelimeleri böyle işte...

Bizim kuyruklu yıldız sizlere ömür, maalesef

ISON adlı kuyruklu yıldız Güneş’e çok yaklaşmış, sonra da ilk gözlemlere göre yoluna devam ediyor gibi durmuştu.

Yazının Devamını Oku

36 ülke içinde sonuncu olmak kanınıza dokunmaz mı?

7 Aralık 2013
Neden çalışıyoruz, siyasi kavgalar yapıyoruz, hayat kavgası veriyoruz? Daha iyi yaşamak için.

Evet ama ‘daha iyi’ ne demek? Kimden daha iyi? Kendi geçmişimizden, kendi anne-babamızdan daha iyi yaşamak yeterli mi, yoksa en azından dünyanın bir yerinde bizden daha iyi yaşayanlar kadar mı iyi yaşamak istiyoruz?
Şurası, her ne kadar araştırılıp rakamlarla doğrulanmaya muhtaç olsa da, gerçek gibi duruyor: Türkiye’de yaşayanlar olarak ezici çoğunluğumuz kendi anne-babalarımızdan daha iyi bir hayat yaşıyoruz.
Ama bu bize yetmiyor. Yetmemesinin basit bir sebebi var: Geçmişe göre, kendi anne-babalarımıza göre dünyada ne olup bittiğini, dünyanın başka yerlerinde insanların nasıl yaşadığını daha iyi biliyoruz artık.
O yüzden, bizim ‘daha iyi hayat’ımızı kendi anne-babalarımızın hayatına bakarak değil dünyanın başka köşelerindeki insanların hayatına bakarak belirlememiz gayet normal.
Peki nasıl ölçeceğiz ‘daha iyi hayat’ı? Tek tek bireylerin bu ölçümü yapması, subjektif bile olsa daha kolay. Ama bütün toplumdan söz ettiğimizde karşımıza dev gibi bir ölçüm sorunu çıkıyor. Neye veya neylere bakacağız da ‘daha iyi hayat’a bir endeks oluşturacağız?
Bu soruyu arayan uluslararası kurumlardan biri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP olmuş. Onların epeydir çok sayıda faktörü bir araya getirerek ulusları birbiriyle kıyasladığı bir ‘İnsani Gelişmişlik Endeksi’ var. Türkiye’de bir hayli meşhur olan bu endeksteki yerimiz 185 ülke arasında 92. sırada.
Yani UNDP’nin ölçütleriyle insanları daha iyi yaşayan en az 91 ülke var dünyada.

Yazının Devamını Oku

Komisyon iyi ki becerememiş anayasa yazmayı

6 Aralık 2013
BİZİM anayasamızın 13. maddesi aynen şöyle der: ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’Siz anladınız zaten ama ben yine de tercüme edeyim: Bizim anayasamız temel insan hak ve özgürlüklerini tanır ama bu hak ve özgürlüklerin gerekirse kanunla sınırlanabilmesine de izin verir.
Fakat anayasamızı yazanlar bu maddeyle yetinmezler. Bakın 14. madde nasıl başlar: ‘Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.’Anayasayı yazanlar parlamentoya da güvenmemektedir, ‘Ya bunlar yasa çıkarmaz veya var olan yasayı yürürlükten kaldırır da özgürlükler kısıtlamasız hale gelirse’ diye düşünürler, temel hak ve özgürlüklerimizi ne anlama geldiği okuyan kişinin niyetine göre değişen meşhur ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’ kalıbına sokuverirler.
Ben zannediyorum ki, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in çağrısıyla ve çabasıyla kurulan, anayasayı yeni baştan yazmak için 25 ay çalışan ve sadece 60 madde üzerinde uzlaşabilen komisyon, bizi mevcut anayasanın 14, 15 ve 16. maddeleriyle başka bir sürü maddenin içine sızmış olan temel hak ve özgürlüklerimizi peşinen kısıtlayan cümlelerden arındıracak.
Ne kadar safmışım meğer.
Artık dağılan komisyonun tutanaklarını okurken, ‘İyi ki yazamamışlar yeni anayasayı’ diye düşündüm.
Çünkü eğer yazmış olsalar, aslında mevcut anayasadan ruhen çok da farklı olmayan bir şey yazacaklardı. Üstelik bu sefer kötü, özgürlük düşmanı, halktan korkan bir anayasa için darbecileri suçlama kolaycılığımız da olmayacaktı.
Bence siyaset kurumu da Türkiye de ucuz atlattı, anayasa yapılamadı.

Yazının Devamını Oku

Cemaat-hükümet kavgası: Hukuk bir gün herkese lazım olur

3 Aralık 2013
DEVLET memurları yönetici bir pozisyona yükselecekleri zaman haklarında bir ‘güvenlik soruşturması’ yapılır.

Soruşturma lafın gelişi, aslında ‘Biz falancayı şu göreve atayacağız, siz ne dersiniz’ diye Milli İstihbarat Teşkilatı’na sorulur. MİT o kişi için elindeki kayıtlara bakar ve sonucu bildirir.
Dünkü Taraf gazetesinin birinci sayfasında yer alan belge tam da bu konuyla ilgili. Yıl olmuş 2013, hala MİT ile Başbakanlıktaki ilgili birim arasında bir kriptolu telefon yok. O yüzden, acil atamalarda MİT Başbakanlığa telefonla bilgi veremiyor, faks çekiyor. Hala. Bu devirde!
Bu uygulamanın sadece bir anlamı var: MİT, terörle, yer altı dünyasıyla, yabancı istihbarat servisleriyle ilişkili sadece vatandaşların yanında esasen devlet memurları hakkında kayıt tutuyor.
Bu kayıtlar yalnızca basit sabıka kaydı, adli sicil vs’yi değil; zaman zaman kişiler hakkında dedikodular, konu komşusunun onun için söyledikleri, dini inancının seviyesi, içki içip içmediği gibi hepimize alakasız gözüken şeyleri de içeriyor. Mesela dünkü Taraf’ta Mehmet Baransu’nun haberinde bir kişinin Kurban Bayramı için bir danaya ortak girdiği ile ilgili kayıt örnek gösteriliyordu.
Epeydir attan alta süren ama 2012 Şubat ayından itibaren alenen cereyan etmeye başlayan, bugünse meydan savaşı boyutlarına gelen cemaat-hükümet kavgasının bir boyutu bu.
Demek en azından 2010 yılından beri MİT’in kayıtlarına kişilerin cemaatle ilişkili olup olmadığı da yazılır olmuş ve galiba 2011’den itibaren de cemaate mensup olup da devlette yönetici pozisyonunda görev yapanlar bu kayıtlar uyarınca görevden alınmaya başlanmış. Tabii en önce poliste, sonra geri kalan devlet dairelerinde yürüyor bu operasyon.
Aradan bunca zaman geçtikten sonra dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, 28 Şubat döneminden veya Ak Parti’nin ilk iktidar olduğu yıllardan çok da farklı değil.

Yazının Devamını Oku

Uzaklardan gelen misafir ölmemiş ol lütfen!

1 Aralık 2013
PERŞEMBE ve cuma günü, memlekette herkes dersane krizi, cemaat-hükümet kavgasıyla meşgulken benim derdim tamamen başkaydı.

Teleskopumu kurmuş, güneşi gözlemeye çalışıyordum ama aksi gibi hava bulutluydu, güneş zaman zaman yüzünü gösteriyordu ve o kısa süreler de bana yetmiyordu.
Neden güneşe bakmak istiyordum? Basit bir sebeple: Bir kuyruklu yıldız güneşin çok ama çok yakınından geçecekti, belki güneşin çekim gücüne yenilip çarpacaktı belki hayatta kalmayı başaracak ve uzun mu uzun yoluna devam edecekti; işte ben de bunu görmeye uğraşıyordum amatörce.
Kuyruklu yıldızımızın bilimsel adı C/2012 S1. Ona ‘Comet Nevski-Nomichonok’ da deniyor. Ama en yaygın adı, kuyruklu yıldızı 2012 Eylül ayında ilk olarak gözleyen iki Rus astronomun, Vitali Nevski ve Artyom Nomichonok’un bağlı oldukları International Scientific Optical Network’un kısaltması olan ISON.
Hemen dünyanın dört bir yanından amatör ve profesyonel astronomlar ISON’u gözlemeye başladı, yoğun hesaplar yapıldı. ISON’un çekirdeğinin 3-5 kilometre uzunluğunda olduğu tahmin ediliyor.
Kuyruklu yıldız ISON, güneş sistemimizin dışından, uzak ama çook uzaklardan geliyor. Yörüngesi ve hızı üzerinde yapılan hesaplamalara göre yaklaşık 400 bin yıllık hiperbolik bir yörünge izliyor ISON.
Bizim saatimizle konuşacak olursak, perşembe günü gün boyu güneşe yaklaştı, perşembe gecesi yine bizim saatimizle 22.00 dolaylarında güneşin arkasına geçti ve görülmez oldu ve cuma sabahı 07.00 dolaylarında da güneşin arkasından çıktı.
Şu an gözüken ISON’un güneşin çekim gücüne kapılmadığı ve bazı parçalarını kaybetmiş olsa bile yoluna devam ettiği.

Yazının Devamını Oku

9 soruda cemaat-hükümet kavgasının arkeolojisi ve geleceği

30 Kasım 2013
1. Kavga ne zaman çıktı?

Meğer hep çekişme varmış, Fethullah Gülen’in düşünceleri etrafında örgütlenen ‘cemaat’ ile daha genel bir ‘İslamcı’ şemsiyesi taşıyan Ak Parti hiçbir zaman aynı değilmiş, sadece geçici ittifaklar kurmuş. Bu ittifak, eylemli bir kavgayla bozuldu. Önce hükümet bazı cemaatçi kadroları yetkili makamlardan tasfiye etmeye başladı; ardından İstanbul’da bir savcılık 2012 Şubat ayında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye davet etti ve kızılca kıyamet koptu.
2. Kavga neden çıktı?
Temelde kavga, Ak Parti hükümetinin iktidarını cemaat de dahil hiç kimseyle paylaşmak istememesi sebebiyle çıktı. Hükümet, bir noktada ‘cemaat vesayeti’nden şüphelendi, cemaatin kendi özel hesabını görmek üzere devletteki gücünü kullandığını düşünmeye başladı ve cemaati devletteki karar verici noktalardan tasfiye etmeye başladı.
3. Peki cemaati oraya hükümet getirmedi mi?
Evet getirdi. Bu ittifak başlangıçta ortak tehdit algısına karşı, yani askeri vesayete karşı oluştu. 2004 Ağustosuna ait Milli Güvenlik Kurulu kararı bu tehditin ne kadar gerçek ve elle tutulur nitelikte olduğunun kanıtı. Bu ortak tehdide karşı hükümet, özellikle poliste bulduğu destekle bir çıkış aradı. Esasen cemaat, 2003-2010 arası devlette Ali Bayramoğlu’nın deyimiyle ‘altın çağ’ını yaşadı; devlette çok daha geniş bir alana yayıldı.
4. MİT neden cemaatin hedefinde?Aslında bu sorunun yanıtı çok basit: Hükümet, Fethullah Gülen’e bağlı cemaati tasfiye etmeye çalışırken orduya veya polise güvenemiyor, o yüzden işini MİT’le görüyor. MİT’in devlet içinde bu tasfiye işinde başrolde olması da onu cemaatin hedef tahtasına koyuyor. KCK soruşturmaları bağlamında 2012 Şubat başında MİT müsteşarının ifadeye çağrılmasını hükümet bu yüzde büyük bir tehdit olarak algıladı, ‘Vesayet girişimi’ olarak niteledi ve çok sert tepki verdi.
5. Dersane krizi neden çıktı?

Yazının Devamını Oku

Bütün öğretmenlerin ‘master’ dereceli olduğu bir dünya...

29 Kasım 2013
Türkiye’de ana sınıfından lise son sınıfa kadar 17 milyon 300 bin öğrencimiz ve onların tam 832 bin öğretmeni var, resmi-özel okullar toplam.

Geçen gün yazdım, sadece 2013 yılında tam 40 bin öğretmeni fiilen atayarak işe başlattık. Son on yılda 400 bine yakın öğretmen işe aldık.
Öğretmen olmak için üniversitelerin spesifik bölümlerinden mezun olmak, sonra da kamu personeli seçme sınavında (KPSS) belli bir puanı tutturmak gerekiyor.
Bu şartlar yerine gelince, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kadro yaratması ve sizi atamasını bekliyorsunuz. ‘Atanamayan öğretmen’ lafı buradan geliyor; KPSS’de yeterli puanı da tutturmuş ama fazla başvuru sebebiyle çekilen kurada adı çıkmamış, yani işe girememiş öğretmen anlamında.
17 milyon öğrenciyi tek merkezden yönetmeye, 832 bin öğretmeni tek merkezden atamaya, sonra iller veya ilçeler arasında tayin etmeye çalışan bir idari yapı Milli Eğitim Bakanlığı. Bakanlığın iş yükünün yarıdan fazlası işe alım, atama ve tayinle ilgili.
Bakanlığın bir ‘Norm kadro’ sistemi ve yönetmeliği ile buna bağlı mevzuatı var, okumaya, öğrenmeye ömrünüz yetmez. 832 bin insanı mümkün olduğunca adil biçimde atamak, tayin etmek için inanılmaz karmaşıklıkta bir yönetmelik ve mevzuatımız var anlayacağınız.
Oysa, Gordion’un düğümünü Büyük İskender’in bir kılıç darbesiyle çözmesi gibi, biz de bu devasa sorunu bir kerede çözebiliriz. Bütün öğretmenleri bulundukları şehrin (veya ilçenin) belediyesine devredebiliriz. Genel bütçedeki ilgili ödeneği de o belediyeye yönlendirebiliriz. Ve bundan sonra öğretmen alımlarını belediyelerin yapmasını sağlayabiliriz. Aynı şekilde okul binalarını da belediyelere devredebilir, genel bütçedeki ilgili bakım onarım yapım ödeneğini de belediyeye aktarabiliriz.
Eğitimin mekanik anlamda yönetimini yerelleştirmekten başka çaremiz yok. Bunu yapmadığımız her gün zaman kaybetmiş oluyoruz aslında. Merkezde eğitimin içeriğine ve kalitesine odaklanmak ancak böyle mümkün olabilir.

Yazının Devamını Oku

Meğer Milli Eğitim’in öğretmen niteliği yükseltme stratejisi varmış!

26 Kasım 2013
Dersaneler kapansın-kapanmasın tartışmamızda ikinci haftamızı da tamamladık ve nihayet dün konu azıcık da olsa eğitimin kendisine dokundu.

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı dün düşünce kuruluşu SETA’nın konuğuydu, soruları yanıtladı. Bakan Avcı’nın bir soru üzerine, ‘Öğretmen niteliğini geliştirme strateji belgemiz hazır ama açıklamak için daha sakin ortamı bekliyoruz’ demesi, eğitimin kısır siyasi tartışmalar karşısında ne kadar çaresiz durumda olduğunun da ifadesiydi aslında.
Evet, Türkiye’de eğitimin kalitesini arttırmak, okullararası eşitsizliği gidermek isteyen her stratejinin işe öğretmenlerle başlaması şart ve doğru. O bakımdan Milli Eğitim Bakanlığı’nın da işe öğretmen kalitesiyle başlamak istemesinde şaşıracak bir taraf yok; bu onların işi.
Bakanlıktaki uzmanlar benden çok daha iyi biliyorlar; sonuçta ‘İşe öğretmen alacağım’ dediğinde en azından 40 bin kişiyi işe alan bir kurumdan söz ediyoruz. Halen özel okullar dahil, ana sınıfından lise son sınıfa kadar görev yapan 832 bin öğretmeni var Türkiye’nin ve şimdi sıkı durun, bunların tam 397 bin 324’ü son on yılda, yani 2003’ten bu yana işe alınmış, fiilen ataması gerçekleşmiş öğretmenler.
Türkiye’nin çeşitli branşlarda 100 binden fazla öğretmene daha acilen ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Sadece 2013 yılında tam 40 bin öğretmen işe başladı. Bu yıl sisteme giren 40 bin öğretmenin en azından 25 yıl sistemde kalacağını da unutmayın.
Neredeyse yarısı son on yılda atanmış, dolayısıyla görece genç olan bu öğretmen kitlesi bir yanıyla büyük bir şans, bir yanıyla da şanssızlık.
Şans çünkü öğretmenlerimiz görece genç oldukları için öğrenmeye, kendilerini geliştirmeye de açıklar. Onları yeniden eğitime tabi tutmak zorundayız çünkü. Öte yandan şanssızlık; çünkü daha onları işe alırken daha yüksek niteliklere sahip olmalarını talep edebilirdik; çünkü neredeyse bütün öğretmenlerimizin yarısından söz ediyoruz burada.
Öğretmen niteliği dediğimizde işe onların eğitiminden başlamak zorundayız. Gelin biraz rakam konuşalım. Acaba öğretmen yetiştiren üniversitelerimiz hangi nitelikteki öğrencileri alıp öğretmen yapıyor? (Unutmayın, öğretmenlerimiz de, şikayet ettiğimiz ve ‘niteliksiz’ bulduğumuz eğitim sistemimizin mezunları.)

Yazının Devamını Oku