Bu telefonlar sayısal da değildi ve evlerimizdeki bazı kuvvetli kısa dalgaya sahip radyolar tarafından araç telefonlarını dinlemek mümkün oluyordu.
Mesela o vakitler, Hülya Avşar ile futbolcu Tanju Çolak arasında bir ilişki olduğu bu telefonları işiten bir radyo dinleyicisinin paparazzilere haber vermesiyle duyulmuştu. Ankara’da Semra Özal’ın bazı konuşmalarının yine amatörler tarafından kaydedildiğini hatırlıyorum.
Sonra GSM şebekeleri geldi; bu çeşit amatör dinlemeler sona erdi. Ya da biz öyle sandık.
GSM şebekelerini dinlemek yine de imkânsız değil; amatörler için bile.
Bunun için yapmanız gereken, ya internet üzerinden sipariş verip gerekli yazılımların yüklendiği bir dizüstü bilgisayarı biraz da özel ücret vererek satın almak ya da kendi dizüstü bilgisayarınıza ilgili yazılımları sağdan soldan bulup sizin yüklemeniz.
GSM şebekelerinin sesli ve yazılı haberleşmeyi şifrelemek için kullandıkları algoritmalar çok karmaşık değil. Daha önceki nesil olan 2G teknolojisinin şifrelerinin kırılmış hali internette var zaten. 3G ve 4G’nin algoritmaları da çoktan kırıldı bile. (Edward Snowden bu ‘müjde’yi aylar önce verdi bütün dünyaya...)
İlgili yazılımla birlikte dizüstü bilgisayarınızı bu sayede bir baz istasyonunun taklitçisi (veya klonu) yapabiliyorsunuz. Ve hoop, o andan itibaren o baz istasyonundan geçen bütün sesli veya yazılı trafiğe bakabilir oluyorsunuz.
Başbakan’a göre, üretimi TÜBİTAK tarafından yapılan ve sahiplerine başkaları tarafından dinlenemeyen telefon konuşması yapma imkânı veren şifreli cep telefonları MİLCEP K2’ler de ‘paralel yapı’ tarafından dinlenmişti.
Bu büyük güvenlik zaafı nasıl ortaya çıkmıştı peki?
Bu konuda biraz teknik bilgi vermekte fayda var.
TÜBİTAK üretimi MİLCEP K2 dış görünüş itibarıyla bir cep telefonu. İçine Türkiye’deki üç operatörden istediğiniz birinden alınma SIM kartı takıyorsunuz ve onu cep telefonu olarak kullanıyorsunuz.
Ama isterseniz, eğer karşıdaki telefon da MİLCEP K2 ise veya MİLCEP K2’deki şifreleme algoritmalarını kullanabilen bir cihazsa, istediğiniz anda bir şifreli konuşma oturumu başlatabiliyorsunuz.
O zaman karşılıklı olarak iki cihazın içindeki bazı yazılımlar çalışmaya başlıyor, oturumu başlatan taraf 256 bit uzunluğunda bir şifre anahtarı oluşturuyor ve karşı tarafa gönderiyor.
Cep telefonlarında konuştuğumuzda sesimiz sayısala dönüştürülüyor zaten; yani ne söylersek söyleyelim 0 ve 1’lerden oluşan sayı dizilerine dönüşüyor. Telefon şebekesi bu sayıları bizim aradığımız telefona kadar taşıyor ve orada bu sayılar yeniden sese dönüşüyor.
‘1. Çürüme, bozulma, kokuşma. 2. mec. Kişi, toplum vb. özelliğini, niteliğini yitirerek bozulma, kokuşma.’
Daha üzerinden ay geçmedi, 7 Şubat’ta bu köşede yayımlanan yazının başlığı ‘Tefessüh 2.0’dı. 1999’da ortaya çıkan kaset skandallarından sonra yaşananların bir ‘çürüme, bozulma, kokuşma’ olduğu söylenmişti; eğer bilgisayar diliyle söyleyecek olursak o ‘Tefessüh 1.0’dı. Bugün yaşananlar ise yepyeni bir versiyondu, o yüzden de adını ‘Tefessüh 2.0’ koymuştum.
Ama baksanıza, önceki gün ortaya serilenler daha bir ayı dolmayan ‘Tefessüh 2.0’a yeni bir güncelleme yaptırdı; artık ‘Tefessüh 2.01’ var.
Bir yanda ‘Kocam galiba örgüt kuruyor’ diyen bir kadının ihbarıyla başlayan bir hayali terör örgütü soruşturması ve o çerçevede telefonu dinlenen 7 bin kişilik bir liste iddiası...
Öteki tarafta, Başbakan’la oğlu arasında geçtiği öne sürülen bir telefon konuşmasının YouTube’a konan kaydı...
İlk iddiadaki soruşturmayı yaptığı söylenen savcılar, ‘Hayır biz bu kadar insanı dinlemedik’ diyor, haberi yalanlıyor. İkinci iddia için ise Başbakanlık ‘Montaj’ diyor ve yalanlıyor.
Benim anladığım artık iddialar kanıtlanmak üzere ortaya atılmıyor.
Buna karşılık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, 17 Aralık sonrasında züccaciye dükkânına girmiş fil gibi davranmayı sürdürüyor; yarattığı yeni ‘düşman konsepti’ ile her türlü yasa değişikliği için kendine kılıf bulmaya devam ediyor.
Önce Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yasası geçti; yargının hükümetin herhangi bir yasadışı davranışını soruşturması fiilen imkânsız hale getirildi. Şimdi, anlaşılan fırsat bu fırsat diye düşünülüyor, Milli İstihbarat Teşkilatı yasasında hayli kapsamlı değişiklikler yapılarak hepimizin özel hayat alanı biraz daha daraltılıyor.
Sadece şu iki yasayla bile yapılanlar için Türkiye’nin yeniden bir ‘demokratikleşme süreci’ne girmesi gerekecek.
Bakın, birkaç gündür gazeteler Ankara’nın bazı ilçeleri için mahkeme tarafından verilen genel amaçlı arama izinlerini yazıyor. AK Parti döneminde çıkan CMK bu çeşit genel amaçlı, yollarda otomobilleri rasgele çevirip içini aramaya yönelik mahkeme izinlerini soma erdirmişti. Sonra ne olduysa yasa değişti, bu izin yeniden verildi. Ve bakın bugün bir mahkemenin izni değişik kaleme almasıyla sanki polisin o ilçedeki bütün ev ve işyerlerini de araması mümkün olacakmış izlenimi doğdu.
Oysa yolda rasgele araba çevirmek, gerekçesiz biçimde insanları indirip herkesin gözü önünde üst baş araması yapmak, ‘normal’ ülkelerde görülmeyen bir şey. Bir ara New York polisi böyle bir şey yaptı diye ortalık birbirine girdi. Oysa biz bu durumu içimize sindirdik, ‘normal’ sanmaya başladık; bir hakkımızdan (somut suçlama olmadan suçlanamama hakkı) kendiliğimizden vazgeçtik.
İki ayda verilen hasar, yeni yeni demokratikleşme paketlerini zorunlu kılar oldu.
Bakalım kim yapacak o demokratikleşmeyi, yani kim bize kaybettirdiklerimizi bulduracak?
Değil MİT’e, kimseye bu yetki verilemez!
Şimdi yasa Cumhurbaşkanı’nın önünde. Cumhurbaşkanı büyük ihtimalle bu yasayı yürürlüğe sokacaktır.
Yasanın içeriği hakkında bu gazetede çok sayıda aydınlatıcı yazı çıktı; Taha Akyol ve Sedat Ergin kapsamlı analizler yaptılar; aynı şeyleri bir de benden okumanıza gerek yok.
Türkiye’de ben kendimi bildim bileli yargı bağımsızlığı ve yargının tarafsızlığı konusu siyasetin tartışma konusu.
‘Yargı bağımsızlığı’nı, yargının siyasi otoriteden ve onun siyasi kaygılarından bağımsız olması diye okumak gerekir.
Geçmiş dönemlerde yargının özellikle üst düzey yönetimi fazlasıyla devletçi ve devlet ideolojisi yanlısıydı. Bu anlamda da yargı siyasi otoriteden ‘bağımsız’dı, çünkü ondan farklı bir ideolojiyi temsil ediyordu.
27 Mayıs darbesi sonrası Türkiye’de iktidar olup da yargıyla kavgaya girmemiş az sayıda başbakan, darbe dönemlerinin atanmış başbakanlarıdır.
Kısacası geçmişte yargı belki siyasi otoriteden ‘bağımsız’dı ama aslında başka bir yere, bir ‘otorite’ye bağımlıydı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hâlâ meydanlarda övünerek anlattığı bu yasaklama, Başbakan’ın keyfi bir kararıyla alınmadı. Yasal dayanağı vardı; yürürlükteki 5651 sayılı ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’ adını taşıyan kanun gerek Ulaştırma Bakanı’na ve gerekse Telekomünikasyon İletişim Başkanı’na resen internet sitesi yasaklama hakkı veriyordu.
Merak ettim, baktım. 5651 sayılı Kanun, Türkiye’de iç siyasetin belki de en civcivli, en karmaşık döneminde kaşla göz arasında çıkarılmış bir kanun.
Tarih 4 Mayıs 2007. Hatırlayın o günleri, Meclis’in cumhurbaşkanı seçmesi Anayasa Mahkemesi’nin sadece üç gün önce, 1 Mayıs’ta açıkladığı kararla engellenmiş; bir hafta önce 27 Nisan’da hükümet muhtıra yemiş; bu arada acil genel seçim için düğmeye basılmış ve Meclis erken genel seçimlerin 22 Temmuz’da yapılmasına karar vermiş; anayasanın değiştirilip cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi için de Meclis’te görüşmelere başlanmış...
İşte bütün o hercümerç içinde Meclis 4 Mayıs 2007 Cuma günkü 99. bileşiminde saat tam 19.17’de interneti kısıtlayan kanunun maddelerini görüşmeye başlıyor. Toplam 14 maddeden oluşan kanun üstünde yapılan çok az görüşme ile ve bir saatten bile kısa zamanda Meclis Genel Kurulu tarafından kabul ediliyor. Kabulün ardından Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım teşekkür konuşması yapıyor, Meclis bir-iki işini daha bitiriyor ve o gün görüşmeler saat 20.16’da bitiyor.
Düşünün, memleket darbe ortamında, genel seçim kararı alınmış, cumhurbaşkanı seçilememiş, iktidarla muhalefet gırtlak gırtlağa kavga ediyor ama mesele internete yasak koymak olunca eller hemen havaya kalkıyor, bugün 36 bin siteyi yasaklayan ülke olmamızı temin eden yasa 1 saat bile tartışılmadan kabul ediliyor.
Anamuhalefetteki CHP’nin bu tartışmalara katkısı, verdiği bir değişiklik önergesiyle yasak kapsamını biraz daha genişletmek istemek, devrim kanunlarına aykırı yayınların da yasaklanmasını talep etmekten ibaret.
Peki sonra ne oluyor? Bugün internet yasasını ‘sansür’ olarak niteleyen CHP o gün Anayasa Mahkemesi’ne gitmiyor; pek çok yasayı AYM denetimine sunan ve sonuç da alan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de gitmiyor AYM’ye.
Evet, bu Kabataş’taki taciz vakasından söz ediyorum.
Konuyu genişleterek benden daha büyük kusur içinde olduğunu düşündüğüm kişileri suçlamaya, bana yönelik sosyal medyada bitmeyen linç kampanyasıyla kendimi sanki bu işin mağduru gibi göstermeye veya devasa komplo teorileriyle ortalığı bulandırmaya hiç kalkışmadan kusurumu itiraf ediyorum:
Bundan yedi ay önce kendimden o kadar da emin konuşmamalıydım, daha da önemlisi herhangi bir tarafında yer almadığım bir siyasi propaganda savaşının istemeden ortasında kalmamalıydım.
Önceki gün, yani 12 Şubat’taydı bu ölçüm. Dün bu kez 20 dereceyi de gördüm.
Hadi benimki sübjektif ve ne kadar sağlıklı olduğu şüpheli bir ölçüm. Ama dün iklimbilimci Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu müjdeli haberi verdi: Sabiha Gökçen’deki meteoroloji istasyonu 19 derecelik ölçüm yapmıştı; böylece İstanbul’da eskiden 18.5 derece olan ‘En sıcak 13 Şubat’ rekoru 19 dereceyle 13 Şubat 2014’e geçmişti.
Evet sıcak. Yağışsızlıktan tarım kesimi şimdiden kan ağlıyor. Şehirliler de yaz gelip klimalarını çalıştıracak elektrik bulamadığında, belki de düzenli su kesintileriyle yeniden tanıştığımızda kan ağlamaya başlayacaklar.
Evet sıcak; çünkü iklim değişiyor. Bizim ve babalarımızın dünyaya yaptığı kötülüklerin bedelini maalesef çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecek.
Biliyorum, herkes iştahla siyaset konuşuyor; cemaat-hükümet kavgasına dair, hükümetin yolsuzluklarına dair, yaklaşan seçim hesaplarına dair şeyler okumak istiyorsunuz sizler de.
Ama bir an kafanızı kaldırın ve bakın: Dün İstanbul’da ölçülen 19 derecelik hava sıcaklığı, o konuşmaya doyamadığımız gündelik siyasetten daha fazla iz bırakacak hepimizin hayatında.
Evet sıcak. Üstelik, daha da sıcak olacak!
Bunlar güzel ve serin günlerimiz...AYLAR