Paylaş
Bireylerin, kaderleri kralın veya padişahın iki dudağı arasında ‘teba’ olmaktan ülkenin ortak sahibi ‘vatandaşlar’ haline gelmesinin adıdır Cumhuriyet. O bakımdan, tanımı gereği demokrasiyi, eşit vatandaşlığı, hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını da içerir.
Bizim cumhuriyetimiz, ülkeyi işgal altında tutan Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya ile onlarla işbirliği içindeki İstanbul’daki padişaha rağmen verilen bir bağımsızlık savaşının sonunda kurulmuş, hak edilmiş bir cumhuriyettir.
Ancak hakedilmiş, bu milletin büyük fedakarlıklarıyla kurulmuş olan cumhuriyetin bundan 90 yıl önce ‘cumhuriyetçilik’ fikri açısından içeriğinin bir hayli zayıf olduğunu da görmemiz gerekir.
Cumhuriyetin kuruluşunun çok zor ve ağır şartlar altında, büyük imkansızlıklar içinde olduğunu hep akılda tutmalıyız ama şunu da görmeliyiz: Cumhuriyet, bizim açımızdan öncelikle bir yönetim biçimi hayata geçmiştir; tebayı vatandaşlık statüsüne çıkaran, onu her bakımdan eşit kılan, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı olan, bu bakımlardan da bir büyük fikri sıçrama anlamına gelen bir şey değildir.
Önce, daha ‘iyi’ daha ‘modern’ ve daha ‘şık’ bir yönetim biçimi olan cumhuriyete geçilmiş, sonra da o cumhuriyetin içi cumhuriyetçi fikirlerle, cumhuriyetçi hukukla, cumhuriyetçi anlayışla doldurulmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin içini cumhuriyetçi fikirler ve uygulamalarla doldurma işinin bugün bile tamamlandığını söyleyemeyiz.
Devleti önceleyen, devleti kurtarmaya çalışan ve devleti yücelten cumhuriyetin bireyi yüceltmesine, eşit vatandaşlığı aktif olarak hayata geçiren bir tutum almasına, insan hak ve özgürlüklerini eksiksiz uygulamasına, demokrasinin tartışmasız biçimde yerleşmesine aradan 90 yıl geçtiği halde ulaşamamış olmamız, cumhuriyeti kuranların kusuru değil. Bütün suçu ve sorumluluğu onlara atarak kendimizi kurtaramayız, böyle söyleyerek bir sonuç da alamayız.
Bugün dahil hala ‘demokratikleşme paketleri’ açıklamaya devam ettiğimize, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hakkında en çok dava açılmış olan ikinci ülke statümüzü sürdürdüğümüze göre aslında hala ‘cumhuriyet’ fikrine tam olarak vardığımız söylenemez.
Cumhuriyetimizi elbette övelim, yüceltelim ama bu cumhuriyetin hala eşit vatandaşlığı tam olarak sağlayamadığını, bunu sağlamak için ‘çözüm süreci’ adı verilen bir sürecin uygulanmak istendiğini de unutmayalım.
En temel insan haklarından biri olan dilekçe verme hakkının daha iki hafta önce Ankara’da devlet organlarının sağır ve dilsiz olmasıyla kullanılamadığını bilelim cumhuriyetimizin 90. yılını kutlarken.
İşkencede ölen bir sendikacının katilinin aradan 12 yıl geçtikten sonra ancak mahkum edilebildiğini, İstanbul’da yasadışı bir iş yerinde meydana gelen patlama sonucu ölen insanların yıllardır kim vurduya gitti muamelesi gördüğünü, devletimizin savaş uçaklarının üzerlerine yağdırdığı bombalarla ölen onlarca yurttaşımız için hiçbir hukuki sürecin bunca
zaman işlemediğini hep aklımızda tutalım cumhuriyetimizi övüp yüceltirken.
Cumhuriyetimizin bu büyük kusur ve eksiklerinden onu kuranlar değil biz sorumluyuz.
Ve Cumhuriyetimizin saymakla bitmeyecek eksik ve kusurlarını düzeltme görevi de çocuklarımızın
veya torunlarımızın değil bizim görevimiz.
90. yılında cumhuriyetimizi elbette törenlerle yücelteceğiz, ona ve kurucularına saygı göstereceğiz ama bunları yaparken kendi neslimizin sorumluluklarını da unutmayacağız.
Atatürk ve arkadaşlarına ‘Demokrasiyi ve insan haklarını getirmediler’ diye kızmak mümkün elbette ama ‘E o zaman sen getir demokrasiyle insan haklarını’ dendiğinde verecek bir cevabımızın olması gerekir.
Paylaş