Paylaş
Telefonlaştığımızda arabadaydı, İslahiye’ye gidiyordu. Bunu yazdığım için belki bana kızacak ama ayağını öyle bir burkmuş ki hastaneye gidip hem iğne olması hem de sardırması gerekmiş. Ama bunun yemek pişirip dağıtmasına engel olmayacağını söylüyordu. Depremin başından beri bölgede, pek çok farklı noktada çalışan şef Mehmet Yalçınkaya anlatıyor...
‘YOLDA ZAMAN KAYBETMEK ZULÜM GİBİYDİ’
- 1999’daki Düzce depreminden memleketim Bolu da etkilenmiş, akrabalarımın binaları yıkılmıştı. Bölgeye yardıma gitmiş, depremin etkilerini ilk kez orada görmüştüm.
- 6 Şubat günü planım Kuruçeşme ve Etiler taraflarında yeni bir restoran için yer bakmaktı. 11.00 suları uyandım, televizyonda deprem haberini gördüm. Sunucu arka arkaya illeri saymaya başlayınca şoke oldum. Dayanıklı bir adamımdır. Ama kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Deprem bölgesine nasıl yardım edebilirim diye hemen planlama yaptım.
- 7 Şubat akşamı yola çıktım. Kendi aracımla İstanbul’dan Sakarya’ya gittim, orada bir arazi aracı kiraladım. Araç, Bolu’da arızalanınca onu orada bıraktım. Bolu’daki bir tanıdığım beni Ankara’ya götürdü. Sabah 7.00’de Ankara’da yine bir araç kiralayıp Maraş’a geçtim. Gece Bolu’daki evimde kalabilirdim ama 1 dakika bile durmak istemiyor, bir an önce bölgeye gitmek istiyordum. Yolda zaman kaybetmek benim için zulüm gibiydi.
‘O BEĞENMEDİĞİMİZ DOMATES ALTIN OLDU’
- Restorandan arkadaşlarımla birlikte Maraş’taki KYK yurduna gittik. 8 Şubat 11.00’de çorba yapmaya başladık, inan ertesi gün sabah 6.00’ya kadar hiç durmadık. 20-25 bin kişiye çorba pişirdik. Musluktan çamur akıyordu, doğalgaz yoktu. Yıllar sonra piknik tüpüyle yemek yaptım. İlk 4 gün hiçbir şey yoktu; arkadaşlarımız yurdun kütüphanesinde veya mutfakta uyuyordu. Ben de ilk 4 gün arabada uyudum.
- Sosyal medyadan yaptığım çağrıyı gören gönüllü arkadaşlar ancak 4’üncü ve 5’inci gün yanımıza gelebildi. Gönüllülerin yüzde 80’i Z Kuşağı’ydı yani işe yaramaz dedikleri gençler herkesten önce gelmişti. Daha da şaşırtıcısı, depremde ailesini kaybetmiş 3-4 kişi de bizimle çalıştı. Şehir dışından gelen; pirinç yıkattığımız, soğan soydurduğumuz, yerleri süpürttüğümüz, depoları düzelttirdiğimiz gönüllüler arasında her meslekten insan vardı. Müezzin, sporcu, öğretmen… Şikâyet etmeden işlerini yaptılar.
İslahiye, Gaziantep... Şef “Meyveyle veya sütle gittiğimizde o çocukların da ailelerinin de yüzü gülüyor” diyor.
- İstisnalar hariç ilk 15 gün bölgede depremzedelere bakliyat vermek zorunda kaldık. Biz Maraş’ta 10’uncu günden sonra et ve sebze vermeye başladık. Benim menümde çorba, pilav/makarna, varsa yoğurt/cacık oluyor. Geçen gün malzeme bulduk, sütlaç yaptık. Değişiklik olsun diye yoğurdun içine havuç rendeledik arada...
Bir-iki sefer çocuklara tatlı yaptık. Maraş’ta mutlaka kahvaltı hazırlıyoruz; zeytin, peynir, helva, ulaşabilirsek domates... O beğenmediğimiz domates altın oldu! Genel olarak sebze-meyve ve ette sıkıntı yaşadık. Dün (5 Mart) Hatay’da ilk defa bir yere sebze gittiğini gördüm.
- Depremzedelerle yaşadıklarımı ömrümün sonuna kadar unutmam. Yardım götürüyoruz, bize bir şey ikram etmeye; yakınlarını, evlerini kaybettikleri halde bizi ağırlamaya çalışıyorlardı. Bir köye elma, portakal götürdüm. Otlar varmış, un da bulup gözleme yapmışlar; bana onu vermeye çalışıyorlardı. Bir abiye su vermek istedim, “Bizde var. Başkasına verin” dedi. Böyle bir tokgözlülük… İşitme engelli küçük bir kızın kulaklığı kırılmış, onu tedarik ettik; o mutluluğunu anlatamam. O kadar farklı hikâyeler var ki...
‘BURADA KADINLARIN İŞİ ÇOK ZOR’
- Akşam bir ton planla, hayalle uykuya dalan insanlar sabah ailelerini, evlerini kaybetmişti. Adamın biri ev almış, daha ilk taksitini ödemeden evini kaybetmiş. Başka bir adam kentin en zenginiymiş, geldi bizden pirinç istedi. Dünyanın boş olduğunu anladım. Benim için yemek yapmanın anlamı da değişti, bir kâse yoğurdun ne kadar değerli olduğunu da burada gördüm. Maraş’taki yurtta bir kadının tansiyonu düştü. Tuzlu ayran yapacak yoğurt bulamadığımız için yıkıldık. Bu beni çok etkiledi. Bir gün birine bir bardak ayran veremeyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Sonra bir yerlerden temin ettik ama o an vermemiz gerekiyordu. Hayat burada insana çok ders veriyor. Burada kadınların işi de çok zor. Olan yine onlara oldu. Yine onlar çamaşır yıkıyor, yine onlar çadırların düzeniyle ilgileniyor, yine onlar yemek kuyruğuna giriyor; erkekler yoklar ve bu beni çok rahatsız ediyor.
Mehmet Şef ve ekibi Hatay’da pişirdikleri yemekleri servis ederken...
- Özellikle ilk 2 gün ciddi bir organizasyonsuzluk vardı. Şartlar hâlâ iyi değil. Bu tür afetlerde liderlere, iyi planlamalara ihtiyaç var. Ben Hatay’a girdiğimde atom bombası düştü sandım, düşün. Her yer enkaz olduğundan gitmemiz gereken yerlere gidemiyorduk. Her gün daha fazla ne yapabilirim diye uğraşıyorum. Siz hiç bir elmaya mutlu olan insan gördünüz mü hayatınızda? Bir mandalina verdiğinizde ağlayan bir anne gördünüz mü? Pek çok insanın buzdolabında çürümeye bıraktığı mandalina burada insanların en büyük mutluluğu… Bunu görünce daha çok yardım etmeye çalışıyorsun. Meyveyle veya sütle gittiğimde o çocukların, ailelerin yüzü gülüyor çünkü.
- Twitter’da ‘Su yok’ çağrısı yapan iki yere arkadaşlarımı yönlendirdim. Ama arkadaşlarım gittiğinde görmüş ki bu noktalarda su var. Bu paylaşımları yapanların iyi niyetli olduğuna inanıyorum ama teyitli bilgilerin paylaşılması, gerçekten ihtiyacı olanlara yardımın gecikmemesi için çok önemli. Çünkü yardım gecikince vicdanımız sızlıyor.
'GÖNÜLLÜLER UZUN SÜRE KALAMIYOR'
- Ben şimdi yoldayım, İslahiye’deki mutfağa geçiyorum. Yarın sabahın işlerini organize edeceğiz. Yarın 2-3 çadırkentte meyve ve süt dağıtımı yapacağız, her gün 2 bin 500 kişilik
yemek de yapıyoruz. Sonra Hatay’a geçip 2 köyü ziyaret edeceğim ve Milli Savunma Bakanlığı’nın mutfağına uğrayacağım. Sanıyorum bu hafta sonu görev teslimi yaparım ama bu, bölgeden elimi eteğimi çekeceğim anlamına gelmiyor.
“Bu yol çok uzun, iyi bir sistem kurulmalı. Yapacak çok şey var.”
Yine geleceğim. Ben ve ekibim 1 ay aralıksız kaldık ama gönüllüler ancak 1 hafta gelebiliyor; işleri var, çalışıyorlar, izin alamıyorlar. Burası aynı zamanda ciddi bir tarım bölgesi. Yeme-içme sektörünün, büyük firmaların ve internetten alışveriş yapan herkesin bölgeye yönelmesi lazım. Evet, büyük bir göç var ama kalanların hayatını devam ettirebilmesi için yerel üreticilere destek olmamız çok önemli. Bu yol çok uzun bir yol, burada iyi bir sistem kurulmalı. Yapılacak çok şey var.
Paylaş