Paylaş
ESKİ evler, eski binalar. Geçmişin bize bıraktığı ‘‘zaman kapsülleri.’’ Ancak son yıllarda kent yöneticileri bu binalara ‘‘Baş belası’’, sahipleri de talihsizlik gözüyle bakıyor. Herkes kendi açısından haklı. Ancak kimse soruna neşter atmıyor.
BEN İzmir'den söz edeceğim, ama tarih boyunca, kavimlerin, devletlerin, imparatorlukların göz diktiği Ege'nin her köşesi geçmişin izlerini taşıyor. Biz İzmir'in Kordonboyu, Karataş, Karşıyaka, Bayraklı, Buca, Bornova'nın siyah beyaz fotoğraflarına bakarak iç çekiyoruz. Her yıl geçmişe ait yeni fotoğraflar ortaya çıkıyor. Bunları gördükçe ‘‘Ahh’’ diyoruz.
KORDONBOYU'nu, Karşıyaka Yalı'yı, Karataş'ı eski haliyle koruyabilseydik, acaba İzmir'in kaderi değişir miydi diye sormadan edemiyoruz. Bence değişirdi. İzmir güzel bir kent, ama bize güzel. Hangi Avrupalı turist trafiği keşmekeş, binaları iğrenç, her tarafı gecekondularla çevrilmiş, Akdeniz kenti özelliğinden kırıntılar kalmış İzmir'de konaklamak ister? Zaten son yıllarda da kalmıyor. Gelen Adnan Menderes Havaalanı'nından turistik sahil kentlerine transit geçiyor.
İZMİR kadar hor kullanılmış, tarihi özelliği olan bir Akdeniz kenti olacağını sanmıyorum. Akdeniz'i çevreleyen ülkelerin hiçbirinde bu kadar kısa sürede, bu kadar hoyratça bir kentin mahvedildiğini tahmin etmiyorum.
BUNLAR işin ‘‘Ah-vah’’ kısmı. Giden gitmiş. Kalanlara bakmamız gerekiyor. Herkesin o çok kızdığı SİT yasası, miras kavgaları, vakıf mülkleri yoluyla da olsa az sayıda tarihi ev ve bina ayakta kalmayı başarmış. Ancak acımasız rant dünyasında bu binalara herkes baş belası gözüyle bakıyor. Sahibi sahip çıkmıyor, ‘‘Biran önce yıkılsa, ya da yakılsa da kurtulsam, yerine apartman diksem’’ diye bekliyor.
BELEDİYE başkanları, yerel yöneticiler, ‘‘Buraları sarhoş serseri yatağı, yol açacağım, açamıyorum’’ diye öfkeleniyor. Hepsi birer yaşayan tarih olan binalar öylesine kaderine terkedilmiş. Zaten her gün birisi yok oluyor.
TOPLUM olarak müthiş bir ikiyüzlü tavır içindeyiz. Gidenler için eski fotoğraflara bakıp ağlıyoruz, yıkanlara, yakanlara lanet ediyoruz, katliamdan kurtulabilenler için ise kılımızı kıpırdatmıyoruz. En şanslılarının vakıf binaları olduğunu düşünüyorum. Onların da restorasyonları, onarımı 10 yılları buluyor.
YA güzelim İzmir evleri? Osmanlı'nın kültür harmanının ürünü evler bugün ‘‘Üfürsen yıkılacak’’ durumda. Mahalleli (haklı olarak) imza topluyor, ‘‘Bu evleri yıkın, çocuklarımız altında kalacak’’ diye isyan ediyor.
KÜLTÜR ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, görevi gereği bu binaların tescilini yapmış. Ama tescille iş bitiyor mu? Tescil, zamanın yok edici tahribatını durdurabiliyor mu? Demek ki, tescilden sonra yapılması gereken başka şeyler var.
RESTORASYON, bakım, yenileme müthiş paralar gerektiriyor. Bunların bina sahibi tarafından karşılanması çoğu zaman imkansız hale geliyor. Devlet SİT kapsamındaki binaların yenilenmesi projelerine kaynak desteği sağlamalı, düşük faizle kredi vermeli, vergi muafiyetleri getirip destekleyici, özendirici olmalı.
‘‘GEÇMİŞİ olmayanın geleceği de olmaz’’ gerçeğini unutmadan hepimizin birşeyler yapması gerekiyor.
Paylaş