30 Aralık sabahı idam edilen Saddam Hüseyin, 20. asrın en zalim liderleri arasında yer alır. Hukuk diplomasını bile belinde tabancası ve silahlı dört muhafızın eşliğinde fakülteden koparmış bir insan olarak hukuka çok riayetkár olması beklenemezdi. Evet Stalin ve Mao gibi on milyonlarca insanın ölümünden sorumlu değildi.
Irak’ın nüfusu çok daha az olduğundan kurbanlarının sayısı yüz binlerde kaldı. Ancak denebilir ki Stalin hiç değilse İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri arasına girerek Rusya’yı bir süper güç haline getirmeyi başarmıştı. Saddam ise 1979’da mutlak iktidarı ele geçirmesinden hemen bir yıl sonra İran’a saldırmak gibi bir çılgınlığa kendini kaptırdı.
* * *
Saddam’a zaafı olanlar, ABD’nin savaşı durdurmaya çalışacağına teşvik etmekle ve desteklemekle suçluyorlar. ABD’nin İran’ı kurtarmak gibi bir kaygı duymamasından daha tabii ne olabilirdi? Her ne ise, Saddam’ın 1990’da Kuveyt’e saldırarak Ortadoğu petrol kaynaklarının kontrolünü ele geçirmeye teşebbüs etmesi, daha da büyük bir çılgınlıktı.
Irak’a karşı açılan savaşa bütün Arap ülkeleri, Suriye dahil şu veya bu şekilde katılmışlardı. Saddam’ı bir tek Arafat desteklemek gafletinde bulunmuş ve bu yüzden uzun yıllar Arap ülkeleri tarafından aşağılanmıştı.
Kuşkusuz hiçbir şey ABD’nin 2003 yılında Irak’a müdahalesini haklı gösteremez. Saddam’ın ABD işgali altında idam edildiğini ve dolayısıyla sorumluluğun ona atfedilmesi gerektiğini düşünenleri yadırgamamak gerekir. Ne var ki, Amerikalılar işin içinde olsun veya olmasın, Irak’taki dengeleri tersine çeviren bir iktidar değişikliğinde Şiilerin ve Kürtlerin, Saddam’ın peşini bırakmaları beklenemezdi.
Saddam’ı yargılayan mahkemenin meşruiyeti de şüphesiz sorgulanabilir. Duruşmaların zaman zaman ciddiyetten uzak olduğu doğrudur. İhtilal mahkemelerinin nasıl intikamcı bir ortamda cereyan ettiğini ve hatta masum insanları sehpaya gönderebildiğini daha yakın sayılabilecek tarihimizden biz de gayet iyi biliyoruz.
Saddam’ın masum olduğunu ise kimse herhalde iddia edemez. Nitekim tartışma, cezanın niteliği üzerinde odaklandı. Bugün artık idam cezası, gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda yasadışıdır. Avrupa Konseyi üyeleri arasında sadece Rusya’da hálá kanunlarda yürürlükte ise de bir moratoryumla uygulanmamaktadır. AB Komisyonu, idamı kınamakta gecikmedi.
Türkiye’ye gelince, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün, idamın Irak’ın iç meselesi olduğunu söylemekle yetinmesi sert eleştirilere yol açtı. Oysa AB ülkeleri de benzer tepkiler gösterdiler. Saddam’ın suçlarının hesabını vermesi gerektiğini, Irak’ın egemenliğine saygı gösterdiklerini vurguladılar. Aradaki fark, prensip açısından idam cezasına karşı olduklarına işaret etmelerinden ibaretti.
* * *
Biraz platonik bir jest değil mi? Yapılsa da olurdu, yapılmasa da. Bizde her nedense Saddam’a karşı bazı kişilerde yarı açık yarı gizli bir sempati de vardı. Onu ziyaret edenler, genellikle etkisi altında kalmışlardır. Ben de birkaç kere beraberinde oldum. Her diktatör gibi gerektiğinde gönül almasını bilirdi. Fakat gaddar bir müstebit olduğunu gizlemesi mümkün değildi. Ona karşı duyulan sempatide, ABD’ye karşı husumet galiba rol oynuyor.
Saddam’ın idamının Irak’taki durumda bir değişiklik yapıp yapmayacağı konusunda değişik fikirler ileriye sürülüyor. 2003’te yakalandıktan hemen sonra idam edilseydi, belki şiddetin azalmasında bunun tesiri olurdu. Bugün ise Irak’ta zaten oluk oluk kan akıyor, Sünniler ve Şiiler birbirlerini katlediyorlar. Sünnilerin sinmesi pek beklenemez. Şiddet bir ölçüde artabilir. Irak’ın kaderinde daha uzun müddet şiddet hükmünü sürdürecektir.