Paylaş
İsmi üzerinde bile mutabakata varılamayan ''af'' kanununun yarattığı hukuk keşmekeşi ve açacağı sosyal yaralar karşısında koalisyon hükümetinin vurdumduymazlığı ve daha perşembe gecesi RTÜK Kanunu görüşülürken Meclis´in sergilediği perişanlık ve acz bunun en yeni kanıtıdır. Vatandaşlar pusulasını şaşırmış, iktidarın hata üstüne hata yaptığını dehşetle izlerken, 2004 Nisan´ında veya büyük olasılıkla daha erken bir tarihte yapılacak seçimde ülkeyi nasıl bir kaderin beklediğinin kaygısı içindeler. ''Beterin beteri vardır'' deyimini düşünerek daha büyük bir ümitsizliğe bile kapılıyoruz. Parlamentoda temsil edilen partilerin hepsi fersudeleşmiş izlenimini veriyor. Liderlerinin kredibilitesi sıfır noktasına kadar inmiş. Koalisyon ortaklarının söylemlerine bakıyoruz, iktidardalar mı, yoksa muhalefette mi, belli değil. Herkes içine sindiremeyip sonra Meclis´te oy veriyor!
* * *
Önümüzdeki seçimler açısından gerçekten de ürkütücü perspektifler mevcut. AKP´nin oyların büyük bir kısmını toplamasından haklı olarak endişe ediliyor, fakat bunun sebebi üzerinde durulmuyor. AKP ne yazık ki bugün taban ile temasını muhafaza eden tek partidir. Ona oy vereceklerin çoğu, söylemine inandıkları için değil, fakat oturdukları gecekondularda veya fakir mahallelerde kendileriyle ilgilenen tek parti olduğu için oy verecekler. Bu olasılığa karşı hukuki veya başka engellere başvurmak sorunu ancak erteler. Fransa´da da milli konsensüse ters düşen bir parti birdenbire kuvvet kazandı, fakat ona karşı yine demokratik yollarla ve toplumla birlikte mücadele yolu seçildi. Görüldü ki bu partinin kuvvetlenmesinin asıl nedeni, diğer partilerin inandırıcılıklarını kaybetmesidir.
Gelecek seçimleri etkileyecek bir başka unsur var. 2001 yılında patlak veren ekonomik krizin sosyal faturasının korkunç boyutu şimdi ortaya çıkıyor. Koalisyon hükümeti, değerini hiçbir zaman tam olarak takdir edemediği Kemal Derviş sayesinde Türkiye´nin bir Arjantin olmasını önledi, büyük miktarda finansman kaynakları sağladı ve önemli kurumsal reformları çarnaçar kabul etti. Ancak Derviş´in teknik bir bakan olarak yapabileceğinin bir sınırı vardı. Bundan sonra ekonomik büyümenin başlaması ve sosyal çöküntünün önlenmesi ancak bir politik atılımla mümkün olabilir. Derviş´in hizmetlerine devam edebilmek için politik bir hüviyete bürünmesi zamanı yaklaşmaktadır.
* * *
Politika sahnesine yeni atılan bir sima Mehmet Ali Bayar. Kendisini zaman geçtikçe tabii daha iyi tanıyacağız. Fakat şimdiden hakkında duyduklarımız, davranışları ve söylemleri çok umut vericidir. Parlak bir diplomatik kariyeri olduğunu biliyoruz. Dışişleri Bakanlığı´nda sadece mesleki nitelikleri hakkında değil, fakat karakteri hakkında da tam bir görüş birliği var. Bence bu çok önemli bir noktadır, çünkü bakanlık camiasının kolay kolay aldanmadığını, gerekirse değerlendirmelerinde acımasız olduğunu yakinen bilmekteyim. Diğer taraftan Bayar ifa ettiği görevler ve ailesi dolayısıyla özlü bir iç politika deneyimine sahip. Milliyet Gazetesi´nde Derya Sazak ile söyleşilerini dikkatle okudum ve çok etkilendim. Türkiye´nin sorunlarını uzun zamandan beri derinlemesine incelediği hemen görülüyor. Yaptığı irdelemelerin ve verdiği mesajların hepsi düşündürücü. Bayar, ''Sorunlarımızın sadece kaynağının değil, çözümünün de siyaset olduğuna inanıyorum'' diyor. Çok doğru; kötü ve sorumsuz siyasetin yerini iyi ve sorumlu siyasete, Bayar´ın ifadesiyle makul siyasete bırakması gerekir. Türkiye´nin sorunlarını olduğu kadar dünyayı bilen, 21´inci asrın politik ve ekonomik kültürünü özümsemiş, ideolojik saplantılardan ve benmerkezci zihniyetten uzak, tabulardan çekinmeyen, toplumsal kutuplaşmalara son vermek isteyen ve bütün toplumu kucaklayan, özgürlüklerden ve demokrasiden korkmayın, Türkiye için uzun vadeli vizyon tarif edebilen liderlere ihtiyacımız var. Şimdilik bu kıstaslara en uygun iki isim Bayar ve Derviş. İster el ele versinler, ister yolları ayrılsın, umarım ortak bir noktaları olacak. Siyasetçi profilini kökünden değiştirecekler, halkı siyasete yaklaştıracaklar, umudu unutmuş bir topluma umut verebilecekler.
Paylaş