"ULUSLARARASI İlişkiler Konseyi" Başkanı Richard Haas’ın "Foreign Affairs" Dergisi’nin son sayısında yer alan "Yeni Ortadoğu" başlıklı makalesi çok düşündürücü irdelemeler ve teşhisler içeriyor.
Hareket noktası, fiyaskoyla sonuçlanan Irak savaşı. Haas’ın bu konudaki saptaması şöyle:
"Şii İran’ı dengeleyecek kadar güçlü olan Irak’ın çöküşü, savaşın en belirli neticelerinden biridir. Sünni-Şii gerginliği sadece Irak’ta değil, bütün bölgede artmıştır. Teröristler Irak’ta yeni bir üs kazanmışlardır. Bölgede demokrasi fikri, anarşi ve Sünni üstünlüğünün sona ermesiyle özdeşleşmektedir.
Askeri gücünün büyük bir kısmının Irak bataklığına saplanması, ABD’nin dünyadaki gelişmeler karşısındaki etkinliğini azaltmıştır. Haklı nedenlere dayanan Birinci Irak Savaşı ile Ortadoğu’da ABD devri başlamıştı. Bir politik tercihin tetiklediği ikinci savaş ile bu devrin şimdi kapanmakta olması, tarihin bir cilvesidir."
* * *
Haas küreselleşmenin Ortadoğu’yu değiştirdiğini de vurguluyor. El-Cezire gibi televizyon kanallarından yansıyan söylemler ve imajlar bölgenin politizasyonunu süratlendirmekte ve hükümetlerin ABD ile açıkça işbirliği yapmasını engellemektedir.
Haas’ın kanaatine göre Ortadoğu’daki oluşumların en belirgin sonuçlarından biri, İran’ın artık İsrail ile aynı düzeyde bölgenin en güçlü iki devletinden biri haline gelmesidir. "İran bölgeyi kendi imajına göre şekillendirmek isteyen ve bu ihtirasını gerçekleştirecek imkánlara sahip klasik bir emperyal güçtür." İsrail ise tartışılmaz askeri üstünlüğüne ve bölgede tek nükleer devlet olmasına rağmen politik bakımdan kuvvet kaybetmektedir.
İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne elverişli koşulların görünebilir bir istikbalde gerçekleşmesi olasılığı yok gibidir. Irak daha yıllarca zayıf bir merkezi hükümetin yönetiminde bölünmüş bir toplum olarak kalacak ve mezhep çatışmaları devam edecektir. Belki komşularının da müdahalesine neden olabilecek tam bir iç savaşa sürüklenecektir.
Terörizm bölgede hükmünü sürdürecektir. Devlet otoritesinin çöktüğü ülkelerde milisler ve özel ordular çoğalacaktır. Arap milliyetçiliği ve Arap sosyalizmi artık geride kalmıştır. Arap dünyasındaki entelektüel boşluğu bundan böyle din dolduracaktır.
Haas çizdiği dramatik tabloda Türkiye’den fazla bahsetmiyor. Yalnızca bir yerde ABD’nin desteğiyle Türkiye ile Suudi Arabistan’ın İran ve Suriye ile beraber bir "Irak’ın komşuları forumu" kurmaları fikrine yer vermiş. Tabii önemli olan, Türkiye’nin kendisinin ufukta çok açık şekilde görünen tehlikelere karşı bir politika geliştirmesidir.
* * *
Türkiye bugün Ortadoğu’da diplomatik açıdan çok faal. Bütün bölge ülkeleriyle eskisine oranla çok daha yoğun ilişkileri ve her düzeyde temasları var. Arap dünyasındaki imajının da olumlu yönde çok değiştiği kabul edilmelidir. Yine de siyasetinin şimdiki halde çok gerçekçi ve tutarlı olduğu söylenemez.
Özellikle Irak konusunda davranışlarımızın ve sürekli tekrar ettiğimiz söylemlerin bugünkü duruma ne kadar uygun düştüğü sorgulanabilir. Irak şeklen değilse bile fiilen parçalanacaksa İran’ın Şiiler üzerindeki nüfuzuyla yetinmeyerek Kürt kartını da oynamaya kalkışmayacağından emin olabilir miyiz? Biz Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’yi Kürt olduğu için bir türlü davet edemezken İran ona kollarını açtı.
Devamlı uyarı ve bazen de sopa gösterme politikasıyla ne oranda başarı sağlarız? Bir açılım politikası daha etkili olmaz mı? Hiç değilse bu soruları kendimize soralım, cevap bulmaya çalışalım. Yakın tarihimizde, zamanında gereken adımları atmakta tereddüt ettiğimiz için uğradığımız büyük kayıpları unutmayalım.