YENİ hükümetin dış politika gündemi çok yüklü olacak. Çetrefil bir seri sorun, seçimler nedeniyle uzun müddet rafa kaldırılmıştı. Şimdi bunları tekrar ele almak, yeni yaklaşımlar geliştirmek gerekiyor. Başbakan Erdoğan, hükümet programını TBMM’ye sunarken AB üyelik sürecinin önceliğini vurguladı.
Seçimlerin cereyan şeklinin Türk demokrasisin gücünü göstermiş olması, mutlaka üyelik süreci açısından bir artı teşkil etmiştir. Fakat üyelik yolunda eski güçlükler devam ederken, bunlara yenileri eklendi.
Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy, seçim kampanyası süresince ve seçildikten sonra Türkiye’nin bir Avrupa devleti olmadığı temasına sarıldı. Ne var ki, iktidar her zaman liderleri politikalarını gözden geçirmeye zorlar. Sarkozy için de öyle oldu.
* * *
Sarkozy, 27 Ağustos’taki dış politika konuşmasında AB’nin müstakbel gelişmesi ile Türkiye’nin üyeliği arasında bir çeşit bağlantı kurdu. Uzun vadede hangi misyonları üstlenmiş nasıl bir Avrupa sorusuna cevap verebilmek için bir akil adamlar komitesi kurulmasını ve komitenin raporunu 2009 yılında sunmasını öneriyor.
Şayet AB üyeleri öneriyi kabul ederlerse Fransa, Türkiye ile müzakerelerde, yeni başlıkların açılmasına engel olmayacak, ancak bu başlıkların tam üyelik veya sıkı bir ortaklık alternatiflerinden her ikisiyle de bağdaşacak nitelikte olmasında ısrar edecek.
Sarkozy daha önce akil adamların Avrupa’nın sınırlarını saptamasını istemekteydi. Şimdi ise nasıl bir Avrupa sorusuna cevap vermelerini bekliyor. Diğer taraftan ortaklık alternatifini tercih ettiğini belirtiyorsa da tam üyeliğe şimdiden kapıyı kapatmıyor. Bu yaklaşım bir ölçüde esneklik yansıtmaktadır. Sarkozy, Türkiye ile Fransa’nın tarih boyunca geliştirdikleri imtiyazlı ilişkilerin kuvvetlendirilmesini de temenni ediyor.
Zannediyorum ki, şimdiki aşamada, Türkiye için de en akılcı politika ikili ilişkilere ağırlık vermektir. İlişkiler ne kadar güçlenirse Fransa’nın politikasını o oranda etkilemek fırsatı doğar.
Tabii üyelik sürecinde tek sorun Fransa değil. Almanya da ikircikli davranışını sürdürüyor. Sorun sadece Angela Merkel ve partisinden kaynaklanmıyor. Koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar ve hatta Liberaller içinde de Türkiye’nin üyeliğine muhalefet var. Buna karşılık İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Miliband, 5 Eylül’de Ankara ve İstanbul’daki temas ve konuşmalarında yeni İngiliz hükümetinin, Blair hükümeti zamanında olduğu gibi Türkiye’nin üyeliğine kuvvetli destek vermeyi sürdüreceğini teyit etti.
İtalyan ve İsveç hükümetleri de aynı çizgide olduklarını bir kere daha vurguladılar. Ortaya çıkan tablo, karmaşık olmakla birlikte, Türkiye’nin AB politikasında sebat etmesi ve daha yaratıcı olması gerektiğini kanıtlıyor.
* * *
AB ile müzakere sürecinde ciddi tıkanıklıklar bulunduğu da unutulmamalıdır. Deniz ve hava limanlarının Güney Kıbrıs’a açılmasını öngören Gümrük Birliği Protokolü’nün uygulanması sorunu askıdadır. Bu protokolün uygulanması karşılığında KKTC’ye izolasyonun kaldırılması yolundaki önerilerimizin hiçbirinin kabul şansı yoktur.
Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm olasılığı da ufukta gözükmüyor. Dolayısıyla konu ile ilişkilendirilen 8 başlık bloke durumda. Ceza Yasası’nın 301. maddesinin değiştirilmesi, Vakıflar Yasası’nda azınlıklarla ilgili hükümler, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gibi problemler de gündeme yeniden gelecektir. Bütün bunların çözümünü daha ne kadar erteleyebiliriz?
Türkiye’nin dış politika gündemi, kuşkusuz AB ile sınırlı sayılamaz. Gittikçe daha kırılgan hale gelen ABD ile ilişkilerimiz, Irak’taki muhtemel gelişmeler, PKK terörü, İran ile enerji işbirliğinin yansımaları yeni hükümeti çok meşgul edecek. Bunlara daha sonraki yazılarımda değinmek istiyorum.