8 Eylül tarihli yazımda yeni hükümetin dış politika gündeminde öncelikli yer tutan AB üyelik sürecini ele almıştım. Bugün ABD ile ilişkilere temas etmek istiyorum. İlk önce şunu belirtmek gerekir: Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren dış politikasında ABD ile ilişkiler ve iki ülke arasındaki güvenlik işbirliği önemini daima korumuştur.
Soğuk savaşın sona ermesini takiben Ortadoğu’daki gelişmeler ise karşılıklı çıkar algılamalarının bazen örtüşmesine, bazen de ciddi ölçüde çatışmasına yol açmıştır. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddi, Irak’ın kuzeyinde ABD tarafından desteklenen özerk bir Kürt bölgesinin ortaya çıkması ve PKK’nın bu bölgede melce bulması, PKK’ya karşı harekete geçilmemesi, Türk-Amerikan ilişkilerini çok kırılgan bir hale getirmiştir.
* * *
Bu ilişkileri zedeleyen başka unsurlar da vardır. ABD’deki Yahudi lobisinin bir kısmının Ermeni iddialarını benimsemesi ve Temsilciler Meclisi’nde "soykırım" tasarısının kabul edilmesi olasılığının çok artması, potansiyel yeni bir gerginlik nedenidir.
Ayrıca Türk-İran enerji işbirliğinin İran’da Türk şirketlerince yatırım öngörmesine ABD karşı gelmektedir. Türk kamuoyundaki çok yüksek Amerikan aleyhtarlığının, ilişkilerin yönetimini daha da zorlaştırdığı inkár edilemez.
Zannediyorum ki her şeye rağmen ABD ile ilişkileri daha gerçekçi ve akılcı bir zemine oturtmak lazımdır. Şunu unutmamak gerekir ki, bugün Irak savaşını onaylayan ülke neredeyse yoktur. Aksine bu savaşın Ortadoğu’da müzmin bir istikrasızlık yarattığı, global terörü artırdığı, medeniyetler çatışmasını daha da körüklediği konusunda herkes mutabık.
Ne var ki ABD ile dengeli ilişkiler korumaya yine herkes önem veriyor. Fransa, Irak savaşına en fazla tepki gösteren ülkelerden biri. Buna rağmen Sarkozy, iki hafta önce ABD ile dostluğun son iki asırda olduğu kadar önem taşıdığını, AB çerçevesinde savunma işbirliği ne kadar güçlenirse güçlensin NATO’ya ihtiyaç duyulacağını ifade etti.
Ortadoğu ülkelerinin çoğu, ABD’nin İsrail’in politikasına her zaman biat etmesine rağmen Washington ile çok yakın bir işbirliği içindeler. Bizim ABD’ye ve NATO’ya daha az ihtiyacımız olduğunu kim iddia edebilir?
ABD Temsilciler Meclisi’nce Ermeni iddiaları yönünde alınacak kararın diğer birçok ülkelerde alınan kararlar gibi siyasi nitelikte olacağını ve hukuki sonuçlar doğurmayacağını göz önünde bulundurmak gerekir. Böyle bir kararın tazminata ve hatta toprak taleplerine yol açacağı yolundaki vehimlerin inandırıcılığı yoktur.
Başvurulacak bir hukuki merci mevcut değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kurulmasından önceki davalara bakmaz. Uluslararası Adalet Divanı’na veya tahkime başvuru, ancak Türkiye’nin soykırım sözleşmesinin geriye dönük olmadığını belirten hükmünden vazgeçmesiyle mümkün olabilir. Böyle tehlikeli bir yola girmeyi herhalde düşünmüyoruz. Tepkilerimizi kendimize daha çok zarar verecek bir düzeye çıkarmak doğru olmaz.
* * *
PKK meselesine gelince, ABD’nin Kuzey Irak’ta yuvalanmış teröristlere karşı harekete geçmesi artık beklenmemelidir. Türkiye’nin bu aşamada bir askeri müdahalesinin çok ciddi riskleri ise galiba iyice anlaşılmış bulunuyor.
ABD kuvvetleri çekildikten sonraki gelişmelere sadece askeri bakımdan değil, siyasi bakımdan da hazırlıklı olmayız. Her şeyden önce Irak’ın bütünlüğünü destekleme politikamızla tutarlı bir davranış içinde bulunmalıyız. Cumhurbaşkanı Talabani’yi dışlamamalı, Kuzey Irak yöneticilerine karşı bir ölçüde açılım siyaseti öngörmeliyiz.
İç politikaya yönelik söylemlerimiz veya duygularımız değil, çıkarlarımızın soğukkanlı bir değerlendirmesi siyasetimize yön vermelidir.