Yargıçlar cumhuriyeti olmayalım

TÜRK yargı sistemi hiç değilse Batı sistemlerinden bazı alanlarda oldukça farklı. ABD’de ve Avrupa’da savcılar Adalet Bakanı’na bağlı iken bizde bağımsızlar. Yargıtay Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi’nde demokrasi kurallarıyla pek bağdaşmayan ve sonuçları ülkeyi siyasi istikrarsızlığa sürükleyebilecek bir dava açarken bile Adalet Bakanı’na haber vermek gereğini duymuyor.

Yüksek yargı kurumları başkanları ve başsavcıları, belirli bir algılama ve zihniyet kalıbı yansıtan siyasi demeçler vermekte bir sakınca görmüyorlar. AB ülkelerinde ise Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak yetkisi yok.

Örneğin, Fransa’da bu yetki yalnızca cumhurbaşkanı, başbakan, ulusal meclis ve senato başkanları ile muayyen sayıda milletvekili veya senatöre verilmiş. Yargının kuvvetler ayrımı dengesinde aşırı ağırlıklı bir konuma gelmemesine dikkat edilmiş.

* * *

Bizde son zamanlarda yüksek yargı kurumları, çok yadırganan ve endişe uyandıran davranışlar içine giriyorlar. Danıştay Başsavcısı, 27 Mayıs müdahalesini "devrim" olarak niteleyebiliyor ve Menderes ile iki bakanın idam edilmesini onaylayabiliyor. Yassıada’daki yargılamanın cereyan tarzının ve verilen idam kararlarının milli bellekte ve vicdanda ne kadar ağır bir yara açtığının galiba farkında değil.

Anayasa Mahkemesi ise daha birkaç gün önce, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya iştirak ettikleri şirketlerin taşınmaz mülkiyet ve sınırlı ayni hak edinmelerine imkán veren "doğrudan yabancı yatırımlar"yasasındaki hükmü iptal etti. Mahkeme kararla birlikte gerekçesini açıklamaya da lüzum hissetmedi.

Oysa Anayasa’nın 153. maddesi, "İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz" diyor. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’ya uymazsa hukuk devletinden nasıl bahsedilebilir? Kaldı ki hukuki mülahazaların ötesinde mahkemenin kararının ekonomik sonuçları üzerinde de durulmalıdır.

Türkiye’ye son üç yılda giren doğrudan yabancı yatırım miktarı 50 milyar dolarla rekor düzeye varmıştır. Her ne kadar karar altı ay sonunda yürürlüğe girecekse de yabancı yatırımcıları şimdiden, sürekli şekilde ürkütmesi ve ekonominin büyümesini yavaşlatması tehlikesi ciddidir.

Yargıtay Başsavcısı’nın "laikliğe aykırı fiillerin odak noktası haline geldiği" suçlamasıyla AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava açması ise, mahkeme ne karar verirse versin, yargı ve demokrasi arasındaki etkileşim açısından büyük bir açmaza sürüklendiğimizi kanıtlıyor.

Başsavcı, AKP’nin kapatılması isteğiyle yetinmiyor, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil AKP’nin 71 üyesine beş yıllık siyasi yasak getirilmesini talep ediyor. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa gereğince ancak vatana ihanet suçundan azledilebileceği de anlaşılan bu arada gözden kaçmış.

* * *

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Başsavcısı’nın görüşlerini benimserse Başbakan ile birlikte çok sayıda AKP milletvekilinin milletvekilliği düşer. Türkiye kendisini büyük bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ile belki de şiddet ortamı içinde bulur. Terörle mücadeleyi sürdürmek çok zorlaşır, Kürt meselesine çözüm bulmak imkánsız hale gelir.

Tabii Avrupa Birliği’nin adını bile unutmaktan başka çare kalmaz. Türkiye, bölgesinde ve dünyada demokrasiyle kendini yönetemeyen bir devlet imajı yaratır. Peki tekrar seçime gidilirse ve AKP başka isim altında yeniden çoğunluğu elde ederse ne olacak? Sil baştan mı?

O zaman seçimlere hiç gerek yok, partiler programlarını Yargıtay Başsavcısı’na sunsunlar, o da hangisinin iktidara layık olduğuna karar versin! Böylelikle, seçimlere, TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na da ihtiyaç kalmaz!

AKP’nin kuşkusuz yanlış icraatı, saplantıları ciddi siyasi hataları ve üslup sorunu var. Fakat iktidardayken hatanın cezası, demokrasilerde seçimi kaybetmektir. Son gelişmeler, yeni bir Anayasa ile yargının demokrasi içindeki işlevi yeniden tarif edilmeden Türk demokrasisinin çok kırılgan olmaya devam edeceğini göstermiştir.
Yazarın Tüm Yazıları