ZANNEDİYORUM ki bütün siyasi çalkantılara rağmen Türkiye’de hiç değilse bir konuda aşağı yukarı bir oydaşma mevcut: Demokrasiden başka hiçbir rejim düşünülemez, seçimler demokrasi için elzemdir, fakat yeterli değildir.
Demokrasinin kurumsallaşması, demokrasinin özünü oluşturan değerlerin bireyler ve kurumlarca benimsemesi şarttır.
Bu açıdan bakılınca, özellikle son acı olaylar ışığında, demokrasi yolunda daha katedecek bir hayli mesafemiz olduğu sonucuna varmak kaçınılmazdır. TÜSİAD’ın son demokrasi raporu, bütün bu konularda geçmişin muhasebesini yapmamıza ve bundan sonra atılması icap eden adımlar üzerinde düşünmemize imkán veriyor.
Ne yazık ki daha rapor çıkar çıkmaz, düşünceye tahammülsüzlük örneklerini gördük. Türkçe dışındaki anadillerin okullarda seçimlik ders olması önerisi, medeni eleştiri kültürünün hálá özümsenmediğini, ilkel itham ve hakaret güdüsünün galebe çaldığını gösteren tepkilere yol açtı.
* * *
Türkiye’nin en değerli bir hukuk profesörü tarafından hazırlanan TÜSİAD raporunun içeriği hakkında kapsamlı yorumda bulunmak zor. Rapor 250 sayfa tutuyor. Ben bu makalenin boyutu içinde sadece birkaç nokta üzerinde duracağım. Seçimler konusunda rapor, özetle seçim ittifakına izin verilmesini ve seçim barajının yüzde 4-5 düzeyine çekilmesini öneriyor.
Son derece yerinde öneriler. Seçim ittifakı gibi barajın indirilmesi de geniş bir seçmen çoğunluğunun parlamentoda temsilini sağlar. Diğer taraftan Türkiye’nin bugün hemen hemen yok olan ortaya daha yakın sağ ve sol partilere büyük ihtiyacı var.
Raporun önerilerinin uygulanması, yeni partilerin kurulmasını kolaylaştırır. Ayrıca, siyasi partilerin, parlamento dışında kaldıkları için daha radikalize olmasının da bir ölçüde önüne geçilir.
Rapor, parlamentonun tek veya çift meclisli olması konusunda bir tercih belirtmiyor. Kanaatimce senatonun 1982 Anayasası’nda öngörülmemiş olması büyük bir eksikliktir. Senatolar, özellikle yasaların daha dikkatli ve itinalı bir şekilde hazırlamasında, aşırı eğilimlerin yumuşatılmasında etkilidirler. Türkiye’nin özellikle bir senatoya ihtiyacı vardır. Eski cumhurbaşkanları da tabii üye olmalıdır. Tecrübeleriyle büyük bir eksikliği kapatırlar.
* * *
Rapor başkanlık rejimi tartışmasına da yer veriyor. Bu rejimin sakıncaları hakkındaki ifadeleri şöyle: "Bunlar; (Başkanlık rejiminin tehlikeleri)başkanla parlamento arasında meşruluk krizleri doğması, seçilen başkanın süresini tamamlayana kadar değiştirilmesinin adeta imkánsız olması, tarafsız bir hakeme duyulabilecek ihtiyacı karşılayamaması ve nihayet kolayca kişisel yönetim heveslerine savrulabilmesi gibi ciddi olasılıklardır.
Özellikle demokratik deneyim birikiminin zayıf olduğu ülkeler için bu tehlikeler fazlası ile geçerlidir. Başkanlık modelini benimsedikten sonra ’başkancı’ sapmalara uğrayan ve oradan da askeri-bürokratik rejimlere yatay geçiş yapan Latin Amerika ülkelerinin serüvenleri bu olasılıkların hiç de yabana atılmaması gerektiğini öğreten derslerle doludur."
Zannediyorum ki bu irdeleme bizdeki başkanlık rejimi heveslerine ve tartışmalarına son noktayı koyacak kadar mantıken sağlam ve ikna edicidir. Aslında yarı başkanlık sisteminin bile başarılı olmadığını Fransa’da gördük.
Hele başkan ve başbakan ayrı partilerden olunca tam bir karmaşa yaşanıyor. Parlamenter sistemimiz iyidir. Onu geliştirmeye, eksikliklerini gidermeye çalışalım. TÜSİAD’ın raporu bu bakımdan çok değerli bir yol göstericidir.