GEÇİRDİĞİM bir ameliyat yüzünden üç haftadır yazı yazamıyordum.
Türkiye’de üç hafta çok uzun bir süre. Arada "Ergenekon örgütü" olayından üniversitelerde türbana serbesti tanıyan Anayasa değişikliğine kadar neler olmadı ki!
Türban konusunda tabii bol bol yazıldı, mesele bütün yönleriyle didik didik edildi. Ben sorunun özellikle bir yönü üzerinde durmak istiyorum. O da tarihimizde çok sık görüldüğü gibi zamanlama konusunda yine vahim bir hata yapıldığıdır.
Bu bağlamda hastalığım sırasında okuduğum Taha Akyol’un "Ama Hangi Atatürk"başlıklı muhteşem eserinde yer alan Atatürk’ün şu sözünü çok çarpıcı buldum: "Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek başlıca dikkatimizi teşkil etmelidir."
Bu tavsiyeye uymadığımız için daha çok yakın tarihimizde az şey kaçırmadık. Deniz Bölükbaşı "1 Mart Vakası" adlı kitabında Irak’taki denklemde bugünkünden çok daha fazla ağırlıklı bir mevkide bulunma şansını 1 Mart 2003’te nasıl heba ettiğimizi en inandırıcı bir şekilde savunmuyor mu?
Aynı tarihlerde Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği kesinleşmeden önce Kıbrıslı Türklerin AB’ye girmesini sağlayan, Türkiye’nin üyelik sürecindeki en büyük engeli bertaraf eden ve uygulanmasında zorluk çıktığı takdirde Kıbrıs’ta AB içinde bağımsız iki devlet perspektifine açık olan Annan Planı’nı reddetmekle yine büyük bir fırsat kaçırmadık mı?
* * *
Üniversitelerde türban yasağının kaldırılması amacının aslında yadırganacak bir yönü yok. Bütün Batı ülkelerinde, türban konusunda en büyük rahatsızlığı duyan Fransa dahil, üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir. Bizde 1997 yılına kadar üniversitelerimizin çoğunda türbanla gelen kız öğrecilere karşı çeşitli derecelerde hoşgörüyle davranılıyordu.
Bu hoşgörü devam etseydi bugünkü kutuplaşmayla büyük olasılıkla karşılaşmayacaktık. Bugün ise 22 Temmuz seçimlerinden ve Cumhurbaşkanı’nın seçiminden sora kavuştuğumuz nisbi dinginlik birdenbire kaybolmuştur. Yeniden 22 Temmuz öncesine döndük.
Anayasa değişikliğinin bir emrivaki şeklinde ortaya çıkmasıyla kaçınılmaz olarak kurumsal ve toplumsal kutuplaşmada tekrar tehlikeli bir tırmanma yaşıyoruz. Bunun başlıca nedeni, AKP’nin gündemini gerçekleştirmek politikasındaki aceleciliğidir.
AKP seçimlerden hemen sonra yeni bir Anayasa projesi ortaya atmıştı. Türban meselesi de daha özgürlükçü olması öngörülen bu Anayasa çerçevesinde çözümlenecekti.
Sonra bu proje terk edildi ve MHP’nin desteğiyle türbana izin veren Anayasa değişikliğine girişildi. Sivil Anayasa’da öngörülen özgürlükler, hatta Ceza Yasası’nın 301. maddesi de rafa kaldırıldı.
* * *
İşin ilginç tarafı, TBMM’nin geçen hafta sonunda kabul ettiği Anayasa değişikliklerinin istenen sonucu vereceğinin de çok şüpheli olmasıdır. 42. maddede yapılan değişikliğin öngördüğü, "Kanunda yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez" hükmünün uygulanması YÖK Kanunu’nda değişiklik yapılmasına bağlanmıştır.
Bu değişiklik yapılmazsa Anayasa değişikliği uygulanamaz. Değişiklik yapılırsa Anayasa Mahkemesi’nin bunu iptal edeceği de neredeyse kesin. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’nin, daha önce yaptığı gibi, hukuku zorlayarak Anayasa değişikliklerini bile iptal etmesi olasılık dışı değildir.
Sırf Anayasa değişikliklerine dayanarak bir kısım öğrenciler türbanla üniversitelere girmeye başlarlarsa, yaratılan çok gergin atmosferde, tatsız olayların cereyan etmesinden haklı olarak büyük endişe duyuluyor.
Kısacası, sağduyuyu terk ettik, uzlaşma kültürüme sırtımızı çevirdik ve kendimizi büyük bir açmaza sürüklemeyi yine başardık. Sonunda galiba kimse kazanmayacak, fakat milletçe kaybımız büyük olabilecek.