Tezkereden sonrası

LÜBNAN’a asker gönderilmesine ilişkin hükümet tezkeresini AKP TBMM’de çok ufak bir fire vererek kuvvetle desteklerken, CHP ve muhalefetteki diğer partilerin itirazlarını dayandırdıkları savlar inandırıcı olmaktan çok uzaktı.

Bol bol demagoji yapıldı, gerçekler çarpıtıldı, bayatlamış komplo teorilerinden ve duygusal Amerikan ve İsrail aleyhtarlığından medet umuldu. BM barış gücü UNIFIL’e Hizbullah’ı silahsızlandırmak görevinin verilmediği artık iyice belli iken hep bu tema işlendi. Oysa aynı gün Ankara’ya gelen BM Genel Sekreteri Kofi Annan da UNIFIL’e böyle bir görev verilmediğini teyit etti.

Ne var ki TBMM kararının bazı kısımlarının nasıl uygulanacağı bu aşamada pek anlaşılmıyor. Tezkere dört belli başlı madde içeriyor. Birincisi UNIFIL’e katılan ülkelerin havaalanı, liman, üs ve tesislerden yararlandırılmasına ilişkin. Aksi zaten düşünülemezdi.

Türkiye kuvvet göndermese bile bu lojistik desteği sağlamaktan kaçınamazdı. İkinci madde Doğu Akdeniz’de devriye görevi yapacak Deniz Görev Gücü için yeterli kuvvet tahsisini öngörüyor. Bu güç Lübnan kıyıları boyunca deniz yolundan Hizbullah’a silah gönderilmesini önlemek için keşif ve devriye görevleri ifa edecek.

Bu görevi İsrail ablukasının kalkmasını takiben iki hafta müddetle Fransız, İtalyan, Yunan ve İngiliz savaş gemileri yerine getirecek. İki hafta sonunda da görev Türk, Alman ve İskandinav gemilerine devredilecek.

Lübnan ordusunun eğitimine dair üçüncü maddenin uygulanması ikihükümet arasında bir anlaşmayı gerektirir. Asıl önemli olan dördüncü maddede ise Lübnan’a gönderilecek kara birliğinin görevi tarif ediliyor, fakat tarifin yazılış biçimi bir hayli karmaşık.

Türkiye’nin insani yardım faaliyetlerinin güvenliğini sağlamak üzere "hudut, şümul ve miktarı hükümetçe belirlenecek askeri unsurlar" gönderilecek. Bu kuvvet silahlı unsurların, yani Hizbullah’ın "silahtan arındırılması dahil olmak üzere taahhütlerinin dışında başka hiçbir görevde kullanılmayacak".

Genelkurmay Başkanı da "Orada kimseden emir almayız" dedi. İyi de, tezkerenin tanımladığı şekilde ve UNIFIL komutanından talimat almayacak bir kuvvet Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak teşkil edilen 15,000 kişilik kuvvete entegre edilebilir mi? Herhalde halen Ankara’da yetkili kurumların sürdürdüğü çalışmalar konuya açıklık getirecektir.

4 Eylül tarihli tezkerenin 1 Mart 2003 tarihli tezkere ile kıyaslanması da doğru değildir. Başbakan 1 Mart tezkeresi için "Keşke Irak’a girseydik. Bugünkü tablo olmazdı" demiş.

Bildiğim kadarı ile o zaman Türk kuvvetlerinin Irak’a girmesi değil, sınır güvenliğini sağlamak üzere hududun öbür tarafında yalnızca dar bir şerit boyunca konuşlandırılması öngörülmüştü. Tezkere Meclis’ten geçseydi büyük olasılıkla Kuzey Irak’taki PKK militanları tasfiye edilebilirdi, fakat Kürtlerin sağladığı siyasi avantajların önlenmesi yine de o kadar kolay olmazdı.

Son tezkere, asıl, Irak’a uluslararası gücün bir parçası olarak kuvvet gönderilmesini amaçlayan Haziran 2003 tarihli tezkere ile mukayese edilmelidir. O tarihte TBMM’nin kabul ettiği karar Irak Kürtlerinin itirazına rağmen uygulansaydı, Lübnan’da bugün mevcut olan durumdan kat kat daha tehlikeli bir durumla karşılaşacaktık.

İlginç olan o karara, bugünkünün aksine, kamuoyunun fazla tepki göstermemiş olmasıdır. Demek ki aradan geçen zaman içinde köprünün altından çok sular akmış. Bugün endişe verici bambaşka bir toplumsal psikoloji mevcut.
Yazarın Tüm Yazıları