ANKARA’daki menfur terör saldırısından sonra gerek Genelkurmay Başkanı’nın, gerek Başbakan’ın açıklamaları, Kuzey Irak’a kapsamlı bir askeri müdahaleyi yine sıcak bir gündem maddesi haline getirdi.
Kuşkusuz her ikisinin de ifadeleri değerlendirilirken, saldırıya karşı duyulan infialin etkisini göz önünde bulundurmak ve gerçek niyetlerinin ötesinde anlamlar aramamak doğru olur.
Başbakan’ın ATV’deki konuşması, haber özetlerinde yansıtıldığı gibi "Askerden bir talep gelmesi halinde, Meclis olarak hemen yasal desteği veririz"den ibaret değildi. Başbakan çok daha nüanslı konuşmuş, "Tabii işin parlamento boyutunu gerektiren bir şey olduğu zaman o ayrı. O olağanüstü bir haldir. O zaman tabii parlamento toplantıya çağrılır, bununla ilgili adım da orada atılır" demiş.
* * *
Çok dikkatle ve bütün yönleri iyice incelendikten sonra atılması gereken bir adımın, özellikle seçim arifesinde partiler arasında politik demagoji konusu haline getirilmesi büyük tehlike yaratır. Meclis toplantıya çağrılırsa bugünkü ortamda müdahale kararını süratle vereceğinden kimse kuşku duyamaz. Fakat sonrası ne olur? Asıl önemlisi o. Meclis kararını verdikten sonra müdahalede gecikmek hem seçim malzemesi haline gelir, hem de Türkiye’nin inandırıcılığını ağır şekilde zedeler. Apar topar müdahale etmek ise bugünden boyutları bile hesaplanamayacak olumsuz sonuçlar doğurur.
Teröristlerin elindeki bütün patlayıcıların Irak’tan geldiği ve Genelkurmay Başkanı’nın belirttiği gibi Avrupa’da PKK’ya destek veren birçok örgüt ve kurum bulunduğu doğrudur. Ancak şunu hatırlamak gerekir: Irak’ta bugün 140 binin üstünde Amerikan askeri var. Yine de çeşitli direniş ve terör örgütlerinin eline bol bol silah ve patlayıcı geçmesine mani olunamıyor.
Biz de anlaşılan Irak’tan şu veya bu şekilde gelen patlayıcıların Ankara ve İstanbul’a nakledilmelerini engelleyemiyoruz. Avrupa’ya gelince, AB ülkelerinin PKK faaliyetlerine mani olmak konusundaki isteksizlik veya gevşekliği yanında, oradaki 600-700 bin kadar Kürt kökenli vatandaşlarımızdan PKK sempatizanı olanların çok iyi örgütlendiklerini ve bazı illegal faaliyetlerin kendilerine geniş mali imkánlar sağladıklarını unutmamak gerekir. Bunlara karşı bizim ayrıca bazı önlemler almamız veya yaptırımlar uygulamamız imkánları araştırılmalıdır.
* * *
Askeri bakımdan Kuzey Irak’a bir müdahalenin kesin netice vereceği çok şüphelidir. 1996 ve 1998’de, o yıllarda bize Kuzey Irak’a girip çıkma serbestisi sağlayan "Kuzey Keşif"in şemsiyesi altında sınırlarımızın ötesinde iki büyük operasyon düzenlendi.
Bu operasyonları 40-50 bin kişilik bir kuvvetimiz, Barzani’ye bağlı 30 bin kadar peşmergenin desteğiyle yürüttü. Ağır bir darbe yiyen PKK yine de toparlanabildi. Bugün ise koşullar çok daha elverişsiz. Barzani destek değil, köstek olacak.
BM Güvenlik Konseyi’nin kararı ile ABD ve diğer koalisyon güçleri halen Irak’ın güvenliğinden sorumlu. Onların ve Irak hükümetinin her alanda muhalefetiyle karşılaşacağız. BM Şartı’nın 51. maddesinin verdiği meşru müdafaa hakkına dayanmak zor. ABD gibi bataklığa saplanmamız olasılığı yüksek.
BM Güvenlik Konseyi’nin toplanarak bizi kınaması ve Irak topraklarını derhal terk etmemizi talep etmesi muhakkak gibi. ABD ile kırılgan olan ilişkilerimiz büsbütün zedelenir. Hatta Türk ve ABD kuvvetleri arasında sıcak çatışma bile olabilir.
Zaten Sarkozy yüzünden kırılma noktasına gelmiş olan AB ile müzakere süreci tamamen sona erebilir. Müdahalenin ekonomik bedeli de son derece ağır olur, Türkiye son yıllardaki kazanımlarını bir anda kaybedebilir.
Irak’a müdahaleye bir duygusal tepki dalgasıyla sürüklenmek akılcılıkla ve gerçekçilikle asla bağdaşmaz. Seçimlerde avantaj sağlamak amacıyla Kuzey Irak’a müdahale çağrıları yapmak ise sorumsuzluğun en son haddi olur.
Tarihimizde böyle sorumsuzlukların ne çok felaket getirdiğinin örnekleri az değildir.