PAPA 16. Benedict’in, 12 Eylül’de Almanya’da Regensburg Üniversitesi’nde verdiği konferansta, İslam’ı kılıçla özdeşleştiren ve onu akıl yolunu reddetmekle suçlayan Bizans İmparatoru Manuel II Paleologus’un 14. asırdaki ifadelerine atıfta bulunmasının bütün Müslüman ülkelerde tepki uyandırmasından daha tabii bir şey olamazdı.
İslam’ın hiç akla yer vermediği, buna karşılık Hristiyanlığın hep rasyonel hareket ettiği savı tartışmaya çok açık olduğu gibi, din ve mezhep farklılıkları yüzünden Hristiyanların asırlar boyunca şiddete başvurdukları tarihi bir gerçektir. Protestan katliamlarının, din ve mezhepler arasındaki savaşların, sadece Müslümanlara karşı değil, fakat Ortodoks Bizans’a ve Papalığın reddettiği inançlara sahip Hristiyanlara karşı girişilen Haçlı seferlerinin, Avrupa’nın her tarafında Yahudi pogromlarının herhalde barışçı felsefe ve akılcılıkla pek ilgisi yoktu. İrlanda’da ve Balkanlar’daki çatışmalarda milliyetçiliğin yanında din unsuru da rol oynamıştır. Vatikan Yahudiler ve Ortodokslarla ancak 20. asrın sonunda barışabilmiştir.
* * *
Ne var ki, Batı ile İslam ülkeleri arasında bugün mevcut başlıca farkı da gözden kaçırmamak gerekir. Genellikle Batı, özellikle AB ülkelerinde toplumlar artık laikliği çok geniş ölçüde benimsemiş bulunuyorlar. Müslüman ülkelerde ise dinin toplumsal ve hatta siyasi alanda rolü gittikçe artmaktadır. El-Kaide gibi örgütlerin teröre ve şiddete başvururken radikal İslamcı inançlara ve Selefi dogmalara sığınmaları yalnızca Batı ülkeleri için değil, fakat Müslüman ülkeler için de tehdit yaratmaktadır. Geçen Ağustos ayında "İslam ve akıl" başlıklı kitabı yayımlanan Malek Chabel’e göre, serbest düşünce taraftarı Mutazilit’ler 8. asırdan itibaren iman ile akıl arasındaki ilişkiyi kavramlaştırmaya çalışmışlar, fakat kısa sürede bertaraf edilmişlerdir. Yine de Fıkıh’ın modifiye edilmesi aklın kullanılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Müslüman bilginlerin 10. asırda matematik, doğa bilimleri, tıp, fizik ve kimya alanlarındaki başarıları da görmezlikten gelinemez. Fakat daha sonra İslam bu atılımını sürdürememiş, dogmalara saplanmış, aydınları ve filozofları dışlamıştır. Chabel, sonuç olarak İslam ile İslamcılığın birbirinden ayrı olarak mütalaa edilmesi gerektiğini, İslam’ın gerilediği zaman hem başkaları ve hem de kendisi için tehlike teşkil ettiğini, İslam’ın bir barış ve hoşgörü veya şiddet ve savaş dini olarak algılanmasının bir yorum meselesi olduğunu vurguluyor.
* * *
Bu tartışmalar daha çok devam eder. Papa’ya gelince, açıkça özür dilemediyse de dolaylı bir şekilde üzüntüsünü dile getirdi, İslam Konferansı Örgütü dönem başkanı Malezya Başbakanı da bunu kabul edilebilir buldu. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat bile Papa’nın ifadelerini tatmin edici bir şekilde düzelttiğini, Papa’ya ve bütün barış ve adalet için çalışanlara saygı duyduğunu söyledi. İşin ilginç tarafı Türkiye’de tepkinin neredeyse diğer ülkelerden daha kuvvetli olmasıydı. Her zamanki gibi Hükümet üyeleri aynı çizgi üzerinde buluşamadılar. Diyanet İşleri Başkanlığı Papa’nın açıkça özür dilemesinde ısrar etti ve Papa’nın Türkiye’ye yapacağı ziyarete karşı çıktı. Şimdi de Taha Akyol’un geçen çarşamba günkü yazısında bildirdiğine göre "İslam’da Tanrı ile akıl arasında bir bağ yoktur" iddiasına bilimsel bir cevap hazırlıyormuş. Bu çalışmanın, şayet gerçekleşecek olursa, Papa’nın Türkiye ziyareti sırasında yeni bir tartışma unsuru teşkil etmeyeceği umulur, çünkü din ile bilimsellik galiba biraz zor bağdaşıyor.
* * *
Papa’nın ziyaretinin ertelenmesini Türkiye’nin telkin etmesi kuşkusuz doğru olmaz. Bu ziyaretin, Türkiye’nin önemli rol oynamak istediği medeniyetler diyaloğu açısından önemi inkár edilemez. Diyaloğun amacı zaten görüş ve algılama farklarını aşmak değil midir? Ancak provokasyonlar ve tepkiler kontrol edilemezse Türkiye’nin imajı kritik bir zamanda ağır darbe alır. Sadece güvenlik önlemleri ile değil, fakat kamuoyunu aydınlatarak ve yönlendirerek ziyaret hazırlanmalıdır.