İNGİLTERE’de on yıllık iktidardan sonra başbakanlığı haziran sonunda terk edecek olan Tony Blair hakkındaki değerlendirmelerin ortak bir noktası var: Irak savaşında ABD ile aynı safta yer almakla yaptığı vahim hata hariç başarılı bir başbakandı.
Daha 1997’de seçimleri kazanmadan önce, İşçi Partisi’nin siyasi felsefesini tamamen değiştirmekle işe başlamıştı. Philip Stephens,Blair hakkındaki kitabında onun sağ ve sol ideolojik bölünmeleri hiçbir zaman benimsemediğini, bunların Berlin Duvarı’nın yıkılması ile sona ermiş bulunan bir devre ait olduğuna inandığını belirtiyor.
Blair’in liderliğini üstlendiği parti gerçekten de bizdeki sol partilere benzer şekilde tamamen çağdışıydı. Kuruluş belgesinde bütün ekonomik faaliyetlerin devletleştirilmesi çağrısı bile yer alıyordu. Blair bu ideolojik kıskaçtan partisini kurtardığı gibi küreselleşmenin gerektirdiği transformasyon ihtiyacını en iyi idrak eden bir lider hüviyetiyle ortaya çıktı.
İngiltere zaten 1980’li yıllarda muhafazakár Margaret Thatcher’in reformları ile büyük bir hamle yapmıştı. Blair bunları devam ettirerek 10 yıl süreyle enflasyon artmadan ekonominin büyümesini, işsizliğin hemen tamamen sona erdirilmesini sağladı. Bugün İngiltere, Avrupa’nın en müreffeh ülkelerinden biri, Londra borsası, New York borsasını dahi geride bırakmış durumda.
* * *
Tony Blair’inen büyük hayranları galiba Fransa’da. 13 Mayıs tarihli Le Figaro Gazetesi’nde Nicolas Barre, "Blair ve Biz" başlıklı makalesinde bakın mealen ne diyor:
"Bizde sol, küreselleşmeye karşı mukavemet çağrısı yaparken, Tony Blair ve onun yerini alacak olan Gordon Brown’ın on yıldan beri tek bir saplantıları vardı: İngiltere’yi değişen dünyaya uyarlamak... Bizde ise entelektüel yapımız ve ekonomi kavramımız değişen dünyaya açık değil, kapalı."
Barre, Fransa’da solun duymak istemediği mesajı şimdi Sarkozy’nin anladığını da vurguluyor.
Blair’in siyasi alandaki icraatı de göz ardı edilmemelidir. İskoçya’ya ve Galler’e bir ölçüde özerklik verdi. Fakat asıl önemlisi, İrlanda Cumhuriyeti ile işbirliği yaparak Kuzey İrlanda’ya barış getirdi. Kosova krizinde Slobodan Miloseviç’in tasfiyesiyle sonuçlanan askeri operasyonların düzenlenmesinde ve Afganistan’da Taliban rejiminin devrilmesinde rol oynadı.
Blair mirasının kuşkusuz en hazin sayfası Irak’a ait olacak. Şayet gerçekleri görebilseydi, Irak’a karşı savaşı haklı göstermek için hazırlanan istihbarat raporlarına kendini kaptırmasaydı, savaşın politik sonuçlarını daha iyi hesaplayabilseydi, İngiltere’yi ve kendisini bedeli ağır bir maceradan kurtarmış olmakla kalmaz, ABD’yi de daha temkinli bir politikaya sevk edebilirdi.
* * *
Zannediyorum ki, Tony Blair’in küreselleşmeye yaklaşımı üzerinde Fransızlar gibi biz de kendi açımızdan düşünmeliyiz. İngiliz gazetelerinden biri geçenlerde Deniz Baykal için "ante-diluvian" (tarih öncesi) sıfatını kullanmıştı.
Baykal şimdi CHP’nin globalleşen ekonomiyi inkár etmediğini ve AB ile çatışarak siyaset yapmayacağını söylüyor. Hem artık çok geç ve hem de hiç inandırıcı değil. ABD ile ilişkilerdeki tansiyonun yükseltilmesinde, AB sürecinde tıkanıklıkların oluşmasında, Kıbrıs meselesinin Güney Kıbrıs AB’ye girmeden çozümlenmemesinde CHP’nin sorumluluğu büyüktür.
CHP, İngiliz İşçi Partisi gibi kendini küreselleşmeyle uyumlu hale getirmeli, küreselleşmeyle başa çıkmanın en iyi yolunun AB üyeliği olduğunu artık anlamalıdır.
Fakat bunun için CHP içinde muazzam bir entelektüel devrim ve siyaset anlayışı değişikliği şart. Aksi halde günlerdir üzerinde sayfa sayfa yazı yazılan, uzun uzun yorumlanan soldaki birleşmenin ne anlamı olabilir?