SICAK takip konusu ileriye bırakılmış olsa da Türkiye ile Irak arasında 28 Eylül’de imzalanan anlaşma káğıt üzerinde oldukça özlüdür:
İki taraf kendi topraklarında diğer tarafa karşı terör saldırıları düzenlenmesine ilişkin her türlü faaliyeti önleyecek, teröre finansal desteği durduracak, terörü özendirici propaganda faaliyetine son verecek, teröre destek verenleri ve eylemleri gerçekleştirenleri ya yargılayacak veya iade edecek.
Bu yükümlülükler yerine getirilebildiği takdirde PKK’ya karşı daha etkili bir mücadele gerçekten mümkün olabilir. Ne var ki, Irak’ta bugün mevcut olan koşullarda anlaşmayı imzalayan ile uygulayacak olan aynı otorite değildir. Irak merkezi hükümeti adına imzalanan anlaşmaya şu veya bu şekilde Kuzey Irak’taki Kürt otonom bölgesi rıza göstermiş olsa bile, bunu ne ölçüde tatbik edeceği bilinmiyor.
Kuzey Irak’taki yönetimin göstermelik bazı önlemlerle yetinmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Bu yönetimle hiçbir direkt temasımız olmamasının uygulamada yaratacağı zorlukların nasıl aşılacağını da bilemiyoruz.
* * *
Sıcak takibin PKK terörüne karşı en etkili önlem olacağı inancı yaygın. Bunun ne kadar doğru olduğu konusunda benim tereddüdüm var. Sıcak takip, terörist gruplarla karşı karşıya gelindiğinde, sınır ötesine kaçmayı başardıkları takdirde, onları takip etmek, imha etmek veya ele geçirmek anlamına geliyor. Ancak, şimdiye kadar böyle bir takip olasılığının ortaya çıktığını ve sınır aşılamadığı için operasyonun yarıda kaldığını yanılmıyorsam pek duymadık.
Yine yanılmıyorsam Saddam Hüseyin zamanında bile, Irak ile aramızdaki anlaşma çerçevesinde, bu tip sınırötesi operasyonlar için her defasında izin isteniyordu. 1991’deki birinci Körfez savaşından sonra 2003’teki ABD müdahalesine kadar tabii durum değişikti, istediğimiz gibi Irak’a girip çıkıyorduk. Yine de PKK’nın oradaki uzantılarını yok edemedik.
Anladığım kadarıyla, peşin izne tabi olmayan sıcak takip maddesinin anlaşmaya eklenmesindeki ısrarımızın nedeni, bu maddenin, gerektiğinde, Kuzey Irak’ta nispeten kapsamlı operasyonlar yapmak imkánını bize dolaylı olarak sağlayabileceği düşüncesidir.
Bugünlerde gerek PKK’nın elindeki silahlar gerek sıcak takibin hukuki yönü hakkında ilginç çıkışlar ve yorumlar duyuyoruz. Başbakan Erdoğan’ın, PKK’nın Amerikan menşeli tank ve toplara sahip olduğunu ileri sürerken ciddi bir istihbarata dayanmadığı ortaya çıktı. Terör gruplarının, operasyon yöntemlerinin özelliği ve lojistik imkánlarının sınırlı olması gibi nedenlerle tank gibi ağır silahları zaten pek kullanmadıkları genellikle bilinir.
Diğer taraftan, peşin izin gerektiren bir sıcak takibi içeren anlaşmanın BM yasasından kaynaklanan meşru savunma hakkımızdan feragat anlamına geleceğini belirten bazı yorumları da anlamak güçtür. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Meşru savunma hakkı genel bir haktır, ancak her türlü müdahaleye de cevaz vermez.
BM yasasındaki bütün hükümler gibi kullanılması politik şartların yerine gelmiş olmasına bağlıdır. 1990’lı yıllarda Kuzey Irak’taki otorite boşluğu yüzünden kimse Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına itiraz etmiyordu. Bugün ise meşru savunma hakkımızı dermeyan ederek müdahalede bulunursak Irak, BM Güvenlik Konseyi’ne başvurabilir ve konseyin vereceği karar, üyelerinin politikalarına göre şekillenir.
* * *
Başka bazı yorumlarda ise Irak ile imzalanan 1926 tarihli anlaşmanın da bize müdahale hakkı verdiği vurgulanıyor. Doğru değil. Kaldı ki o anlaşmanın sınır bölgesinde işbirliğine ilişkin hükümleri 1946 tarihinde akdedilen bir anlaşmayla yürürlükten kaldırılmıştı.
Irak ile yapılan son anlaşma galiba daha çok tartışılacak. Meseleyi çevreleyen unsurları iyi bilmek, yanlış veya abartılı yorumları önler. İlgili kurumlarımızın ve makamlarımızın da kamuoyuna aydınlatıcı bilgi vermeleri çok faydalı olur.