Paylaş
DAHA geçen hafta Sevr hakkında yazdıktan sonra bir daha bu konuya değinmeye niyetim yoktu. Fakat bir televizyon programında katılımcılardan biri ‘‘Sevr tehlikesini reddeden ikinci cumhuriyetçiler...’’ gibi bir ifade kullandı. Bu katılımcının ideolojisini bir tarafa bırakıyorum. Neye isterse inanır. Fakat Sevr kompleksine kapılmayanlara ikinci cumhuriyetçi denmesini doğrusu çok ilginç buldum. Sevr'den korkanlar Atatürkçü, korkmayanlar ikinci cumhuriyetçi! Bu dáhiyane mantığın bir izahını bulmaya çalıştım. Bulamadım. Neticede 4 Aralık 1998 tarihinde Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde yayımlanan ‘‘Sevr porseleni’’ başlıklı makalemden alıntıları bu köşeye nakletmeye karar verdim. Niye Sevr'den korkmayı abes bulduğumu belki izah ediyordur:
***
‘‘...Sevr vaveylası bana iki şeyi anımsattı. Biri 1920 yılında bir Fransız gazetesinde çıkan bir karikatür. Sevres şehri son derece nadide porselenleri ile ünlü olduğundan, karikatür bir vazoyu paramparça olmuş vaziyette gösteriyor. Altında iki kelime: Sevr Antlaşması. Yine aynı yıl, Birinci Dünya Savaşı'ndaki Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı Mareşal Foch, antlaşma konusunda şunu söylüyordu: ‘Bu antlaşma barış için bir tehdittir, çünkü uygulanması için 300.000 kişilik bir ordu gerektirmektedir.'
***
Bu hiçbir zaman onaylanmamış, yürürlüğe konmamış, metni raflarda küflenmiş, geçerliliğini imzalandığı anda yitirmiş olan káğıt parçası neden Türkiye'de dillerden ve gündemden bir türlü düşmüyor? Bir yandan Adriyatik'ten Çin'e kadar uzanan Türk dünyasından bahsederiz. 21'inci asrın Türk asrı olacağını ilan ederiz. Diğer yandan ta 1920'de cenazesi kalkmış Sevr'in hayaleti ile durmadan uğraşırız. Aşırı böbürlenmeleri bir tarafa bırakalım ve gerçeklere bakarak şu soruları yanıtlayalım: Türkiye bugün bölgesinde ve Avrupa'da en kuvvetli ve en deneyimli ordulardan birine sahip değil mi? Türkiye 1974'ten beri Kıbrıs'taki askeri mevcudiyetini sürdürmüyor mu? Kıbrıs'tan ordumuzu çıkartmaya kim yeltenebiliyor? Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Güney Kıbrıs'a füze yerleştirmekte ne kadar zorlandıkları ortada değil mi? Askeri müdahale tehdidimiz karşısında Suriye, Öcalan'ı sınırdışı ederek terörist kamplarını dağıtmadı mı? Rusya, Türkiye ile ilişkilerine önem verdiğinden Apo'yu başından savmadı mı? Kuzey Irak'a, gerektikçe elimizi kolumuzu sallayarak girmiyor muyuz? Bu güçte bir devlete, bir millete mi Sevr yeniden dayatılacak?
***
Sevr sendromu sadece köşe yazılarında ve bütün bilgi, kültür ve yeteneklerine rağmen saplantılarından kurtulamayan bazı siyasal bilimcilerin ve politikacıların söylemlerinde gözlemlenseydi, üzerinde belki bu kadar durmak gerekmezdi. Fakat Başbakan da koroya katılınca insan dehşet içinde kalıyor. Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün kemikleri sızlamıştır.
***
İnanılmaz bir komplo teorisi bolluğu içinde çırpındığımıza göre, ben de kendime göre bir teori üretmek istiyorum. Galiba diyorum, Türk halkını sürekli bir mazoşizm eğilimi içinde tutmakta yarar görenler var. Beterin beteri vardır kaygısına kapılmış bir toplumun her türlü musibete ve özellikle kötü yönetimlere daha fazla tahammül göstereceği hesaplanıyor. Paramparça bir Sevr vazosu bu yüzden büyük bir ihtimamla yapıştırılarak ebedi bir korkuluk haline getiriliyor. İşte bu da bir teori!’’
***
Bu makaleyi yazdığım iki yıl öncesine nazaran bugün Sevr daha da revaçta. Neden mi? Çünkü her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi Avrupa'dan koparmaya ve onu inzivaya sürüklemeye azmetmişlerin başlıca silahı haline geldi. Ne tuhaf, Avrupa'daki Ermeni lobileri gibi düşmanlarımız kendi açılarından aynı amacı güdüyorlar. O zaman onlara niye bu kadar kızıyoruz?
Paylaş